üdopara

23 Haziran 2016 Perşembe

ADRİYATİK DENİZİNDE İKİ HAFTA - Venedik | Hırvatistan | Karadağ



| Yine yerimde duramadım ve dürtülerimi takip ederek yola koyuldum.

Esenboğa Havaalanı Seyahat Öncesi Notları

Bu kez yolculuğum 'hayallerimin şehri' olan Venedik'ten  başlıyor. Devamında, beni mutlu eden, deniz kenarında iki haftamı harcayacağım Adriyatik denizi tatilim olacak. Hırvatistan'ı baştan sona keşfedeceğim. Karadağ ve Arnavutluk'a da kısa bir ziyaret yapıp döneceğim.

Seyahatin henüz başında ilk sorunla karşılaştım. Uçağın rötar yapması ve bir süre beklemek... Belki de seyahatler bunun için güzel: Bilinmezliklerin bir anda ortaya çıkmasından.

Bilinmezlik, birçok insanı korkuturken beni heyecanlandırıyor, ürpertiyor. Bilinmezlikler bilinene kadar içimi kemiriyor. Çünkü bütün olasılıkları gördüğüm noktada, bilinmezliklerin en dışında oluyorum. Yakınlaştıkça, bilinmezliğin büyüsü gerçekliğin sıradanlığına dönüşüyor. Bizim bilinmezliklerimiz başkalarının gerçekliğini oluşturuyor ve hey, ta taa !, onlar da hayatlarını devam ettiriyorlar. Onlar da gülüyor, yardım ediyor, korkuyor, heyecanlanıyor, seviyor ve sevişiyorlar. Onların gerçekliğine adım atmak... 'İşte bütün mesele bu'. 

Onların sıradanlığına tehlike olmadıktan sonra her bilinmezlik, bir hikayenin içinde küçük bir rol almaya benzeyecektir(yaz bunu güzel söz). Onların sıradanlığına yapılacak her saldırı, yargılama, yadırgama, değiştirmeye çalışma ve bunu despotça yapmaya çalışma, sizi o hikayenin baş karakteri yapacaktır ve emin olun bu hikaye iyi sonla bitmeyecektir!

Yine sıradanlaştıramadığım hayatıma bilinmezlikler katmak için yollara düşüyorum. Bilinmezlikler içinden bazı olasılıklara bağlanmamayı, beklentilerimi kontrol etmeyi öğrenemedim bir türlü. Her seyahate çıkışımda, filmlerde empoze edilen o fantastik dünyanın içine girecekmişim hissine kapılıyorum. En güzel restoranlarda yemek yediğimi, para ve zaman kaygımın olmadığını, farklılığımın verdiği bir popülerliğin olacağını falan hayal ediyorum.

Gerçeklik azizim, bilinmezlikten evrilen gerçeklik de olsa, onu şekillendiremezsin. Küçük beklentilerin olur ve küçük dokunuşlarınla onu değiştirebilirsin. Ama sen 'SEN' olduğun sürece, büyük değişim beklentilerine girmemelisin. En azından sihirli bir değneğin dokunmasını ve bir anda hayallerinizdeki prens/prensese dönüşmemizi beklemeyin.

Törpülemeye çalışsam da beklentilerim hali hazırda ve hazır ve nazır şekilde beklemekte. Geçmişte yaşadığım hayal kırıklıklarını bu kadar çabuk kenara atıyor olabilmeme her defasında şaşırıyorum. 'Ben' gerçekliğini yok sayan düşünce sistemime lanet ederek, yükselen beklentilerime demir atıp,  optimum beklentiyle yola koyuluyorum.

Seyahat ve seyahatin incileriyle, düşüncelerimin özgürlüğü ve dokunacağım her duyguya hasretle.. 

Başlıyorum.

Başlamadan hemen önce, malum okumaktan sıkılan ve hızlıca göz atmak isteyen kişiler (tembeller) için seyahatimi videoya aldım. Buyrun siz buradan izleyip, sağdaki çıkıştan çıkabilirsiniz :)




Hayalleri Süsleyen Şehir: Venedik



Romantik bir bekleyiştir Venedik. Aşıklar şehridir ama sevgilinle gitmene gerek yoktur. Tarihin bina duvarlarından okunmasına, suda yüzen kanoların ahenkle. salınmasına, ılık ılık esen rüzgara, ansızın kulaklarında çınlayan İtalyanca şarkıya, bilmediği dilde derdini anlatan insanların sevimliliğine aşıksa bir insan, aşıktır ve Venedik onu kucaklayacaktır.

Bir ülke dolusu insanın pasaport kontrolü sırasında beklediği, sıcaktan bunaltan havaalanı araçlarından sonra öğlen sularında ulaştığım Ostello Domus Civica otelinin deniz kumundan yapılmış sağlam kolonları, odaya adım atar atmaz burnumdan içeri sızıp beynimi ele geçiren, lavanta, carsaf ve tarih kokusu, balkondan kanala açılan manzarası ve dip dipe olan benzer yapıdaki. evler beni benden aldı. Ortak kullanılan duşta sıcak bir duş alıp, turistlerin gürültüleri eşliğinde biraz uyudum.

Uyandığımdaysa kendimi hemen dışarı attım ve ismine bakmadığım, isimleri önemli de olmayan sokaklarda dolandım.

Tesadüfen Grand Canal dedikleri yere ulaştım. Ayaklarımı kanalın ılık suyuna soktum, omuz omuza sıralanmış kanal boyu evlerin renkleri, siyah gondollar ve sürekli geçen kanal ulaşım araçlarını seyrederken Max Horkheimer'in Akil Tutulması kitabını okumaya başladım.



Gözlerim kelimeleri geçerken aklımda patlayan ve kendimi derinliklerinde bulduğum gerçekliklerimin hayal dünyasındaydım. Etrafımdaki bu kadar insan olmasaydı masalda olduğumu dahi iddia edebilirdim.

Sonraki gün, sabahın ilk ışıklarında, bütün turistler uyurken çıktım Venedik keşfine.

İnanılmaz derecede komplike yapısı, dar sokakları, tarihin aynası evleriyle ve ne zaman karşınıza çıkacağı belli olmayan kanallarıyla Venedik beni büyülemişti. Yani burada gerçekten bir büyülenmekten bahsediyorum.

Venedikte en cok kaybolarak gezme sistemini izledim. Şöyle ki; nereye gideceğimi önceden planlamadan bir şekilde yola koyuluyorum. Nereye gittiğim konusunda sadece hislerim ve kaybolduğumda haritam var. Ne taraf bana cazip geliyorsa o tarafa doğru yönleniyorum. Genellikle de daha önce gezdiğim tarafları tercih etmiyorum. Fakat gezerken birkaç noktada izlencelerim, orijinlerim var. Oralara geldiğimde nerede olduğumu anlıyorum ve nereye gitmem gerektiğini buralara bakarak belirliyorum.



O sabah da aynı sistemi uyguladım. Ostella Domus Civica hostelden çıktım ve San Nicolò al Lido  tarafina doğru yürüyüp oradan da Academia taraflarına bilmedigim bir turist kafilesinin arkasına takılarak ulaştım. Buradaki köpru manzarasında fotoğraf çektikten sonra S. Marco meydanına ulaştım tesadüfen. Gördüğüm insan kalabalığı hiç hoşuma gitmedi ve hemen uzaklaştim.oradan. Arsenale tarafına doğru yollandım. Amacım Venedik'in en uç noktasına gitmekti ama öğlen Ponte dell'Accademia köprüsünün oradaki Sanat merkezinin önünde dans gösterisi olacaktı. Kaçırmak istemediğimden geri döndüm.

Dans gösterisi olarak modern dans sergilediler. Dinlendirici bir danstı, izlemesi keyifliydi ve sakinleşmem için büyük bir fırsattı. Araştırdığımda Venedik için o hafta çeşitli sanat çalışmaları performanslarının sergilendiği bir haftaymış. Ben sadece bir tanesine zaman ayırabildim ama oraya gidecek olanlar mutlaka o hafta Venedik'te ne var, ne yok araştırıp çıksınlar yola.



Uzun yürüyüşler sonrasında yorulduğumu hissettiğim icin yavaş yavaş dönüşe geçtim. Makarna kokusu beni bir restoranın önünde durdurdu ve yediğim en lezzetli makarnalardan birisini, pasta pesto genovese'yi, yedim.

Otele donup biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyuldum.

Kendime.defalarca telkin etmeme rağmen yine her yeri görme iç güdüsüyle harekete geçtim. Kafamda meşhur gondollara binme fikri vardi ama sorun su ki 80 Euro'yu tek başıma veremezdim (Venedik'te gondol sistemi şöyle: bir gondola 40 dk için gündüzleri 80 Euro geceleri ise 100 euro ödenmekte. İster bir kisi binin ister 6 kisi, fark etmez). Gondolların oraya gidip biraz insanları gözlemledim. Bir kaç kişiye de gondola birlikte binmeyi önermeme rağmen kimse sıcak karşılamadı. Ben de alternatif olarak şehir içi ulaşım araçlarıyla kanal turu yaptım. Gidiş ve gelişte (dönüşte bilet almadan kaçak bindim ve kontrol mekanizmalarını test ettim. Kimse kontrol falan etmiyordu) ACTV olarak ismi gecen o deniz otobüslerini kullandım.

Sonra kendimi sakinleştirdim. İlk gün geldiğimde keşfettiğim, kanalın yanındaki yere gidip ayağımı suya sokarak ve Venedik'in büyüleyici atmosferiyle birlikte kitabımı okudum.

Aksam dönüşte sadece bir pizza yedim ve kol gibi hesap ödedim. Pizza lezzetli olması biraz avuttu beni ve sonradan keşfettim: Venedik zaten başlı başına kazık bir yermiş.

Venedik'in ara sokaklarında gezerken Venediklilerin de kıyafetlerini bizimkiler gibi evler arasına çekilmiş iplere astıklarını ve her an bir evden veya bir binadan klasik müzik sesinin yükselebileceğini, insanı farklı boyutlara taşıyacağını fark ettim.

Trieste Yolunda

Sabah yağmurlu bir Venedik gününe gecikmeli uyandım. Venedikte artık son günüm olduğu ve dönüş için henüz bilet ayarlamadığım için önce nasıl gideceğimi netleştirmeye çalıştım. Venedik'ten Rijeka'ya doğrudan otobüs veya tren yokmuş. Alternatiflerden birisi Trieste'ye gidip oradan aktarma yapmaktı. Fakat Trieste'ye de giden otobüs yokmuş. Dolayısıyla tren alternatifini değerlendirmek adına tren istasyonuna gittim, biletimi aldım ve kalan son bir kaç saatimi Venedik ara sokaklarinda, ayaklarım ağrıyıncaya kadar dolaşarak harcadım.

Zihnimde hoş anılarla, bir daha geleceğim günü iple çekerek Trieste'ye doğru trenle (Trenitalian) yol alıyorum.

VENEDİK'i ÖZETLERSEK 



Venedik; tarihi yapılarıyla, eşsiz ara sokaklarıyla, kalabalığı ve kalabalığından kaçma imkanıyla beni kendisine hayran bıraktı. Gitmeden önce çokça duyduğum 'Venedik çiş kokuyor' sözünün de ne kadar yalan olduğunu anladım. Venedik tarihin bütün güzelliklerini hala bütün misafirlerine sunuyor. Sadece zamana ayak uyduran sistemleri olmuş. Mesela eski gondollar sadece turistler için hoş bir kanal turu yapmak için kullanılıyor. Ayrıca Venedik'te hiç araba olmadığı için yerli halk ulaşımını kendi deniz araçlarıyla veya belediyenin deniz ulaşım araçlarıyla yapıyor.

Trafik olayı çok ilginç ve karmaşık. Deniz ulaşım araçları belli bir yön izlemiyor. Kanalın iki yanında da istediği yönde ilerliyor. Bu nedenle bu araçları kullananlar birbirlerine saygılılar ve öyle olmak da zorundalar. Deniz ulaşımı bu derece komplike ve hızları 4-5 km/sa'i geçmeyen gondolların etrafta olmasına rağmen herhangi bir kaza veya trafik sıkıntısıyla karşılaşmadım.

Ayrıca, ilginçtir etrafta hiç bisikletin olmadığını da fark ettim.

Sakin Sahil Şehri RIJEKA 




Venedik'ten Rijeka Trieste aktarmalı olarak (Trieste'de beklemeasamasi da dahil) yaklaşık 6 saat sürdü.

Her zamanki gibi hostelimin yolunu tuttum. Bu kez Hostelworld.com sitesinden ilk kez bir hostele rezervasyon yaptırmıştım: Art Rijeka Hostel. Fakat büyük bir hayal kırıklığıydı. Sitede görülen fotoğraflarla alakası yoktu, hostele ulaşım yokuş yukarı olduğu için zordu ve merkeze uzaktı. Odaların sanatla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Tuvalet ve banyosu çok küçüktü ve kullanışlı değildi. Tek iyi olan yönü güleryüzlü otel personeliydi.

Rijeka'yı keşfetmeye başladığımda, Hırvatistan'ın turist akınına uğrayan diğer şehirlerine benzemediğini fark ettim. Uzun liman yürüyüşüm, şehir merkezindeki geniş yürüyüş alanı, adalara yakınlığı ve bazı adalara kara yoluyla ulaşım imkanı huzur arayan, yüzmeyi seven kişiler için ideal bir yer haline getiriyor. 

İlk defa Hırvatlarla etkileşim içinde bulunduğum için, insanların genelde uzun boylu olması, rahat yapıları, kızlarının güzel olması bende yaratılan ilk izlenimlerdi.

İlk gün tripadvisor üzerinden nerede yemek yenileceğine baktığımda Ristorante Spagho 'nun makarnalar konusunda iyi olduğunu keşfettim. Güzel ve doyurucu İtalyan makarnası ile akşama noktayı koydum. 

Hırvatistan'da asıl amacım adalarını ziyaret ederek, güzel sahillerinde yüzmekti. Bunun için Rijeka'dan sabahın erken saatlerinde saatlerinde (sabah 5'de) kalkıp 6.30'daki otobüsle (88 kuna) 2 buçuk saatlik yolculuk sonrasında Krk Adasındaki sahil kasabası olan Baška'ya ve Baška sahiline gittim. Yolculuk harikaydı. Issız ormanlık alanlardan bir anda sahil kasabalarında bulabiliyorsunuz kendinizi.



Sabah erken saatte geldiğim için kimseler de olmaz biraz etrafi.kesfedeyim.sonra sahilde yer bulup güneşlenirim diye düşünüyordum. Ama yanıldım. Sabah 9'dan itibaren öyle bir kalabalık vardi ki adım atacak yer yoktu.

Zorlukla kendime bir yer buldum ve gün boyu denizin, güneşlenmenin tadını çıkardım. İnsanlar gerçekten huzurluydu burada. Diğerlerini rahatsız etmeden, kendi istedikleri gibi yaşıyorlardı.

Deniz ve güneşlenmek yormuştu bedenimi ve hostele dönüp Venedikte izleyemediğim Casanova filmini izledim. Venedik'te gezdiğim yerleri bu filmde görmek heyecanlandirdi beni.

Tam bu sırada Türkiye'deki Atatürk Havalimanı patlamasını duydum. Resmen yıkıldım. Söyleyecek çok şeyim var bu konuda, ama neyse...

|"Farklılıkları görmek istersen, görürsün,
Benzerlikleri görmek istersen, görürsün

Herkes kadar aynı ve herkes kadar benzeriz" ÜTopYa 

Geceye Casanova ve Game of Thrones'un son bölümünü izleyerek son verdiğim için sabah geç kalkmayı planladım fakat  erkenden uyandım yine de...

Kalkip Rijeka ara sokaklarını ve limanın olduğu yerde koşu yaptım ve sabahın sakinliğinde şehri dinledim. Limandaki fenerin tepesinden harika denizi ve yavaş yavaş büyük binaların esiri olan şehri izledim. Güvenlik görevlisinin uyarısıyla fenerden inip yoluma devam ettim.

Bu günü tembel gün ilan edip her şeyi ağırdan aldım. Kahvaltıda Ivan'la (hostel görevlisi) muhabbet ettim ve  hostelden ayrıldım.

Rijka'da dikkatimi çeken bir kaç nokta oldu. Bunlardan birisi dilencinin birisiyle uzun uzun konuşan teyzeler, ki bu konuşma aslında ona yardımcı olmak isteyen insanın çözüm arayış konuşması gibiydi, ve kadın popülasyonunun çok fazla olması, bu kadınların %80'inin de güzel ve uzun boylu olmasıydı. 

Romantizm, Tarih ve Hüzün: ZADAR



Saat 16.00'daki otobüsle Rijeka'dan ayrıldım. Sahil boyunca yapılan keyifli bir seyahat ile 20.00 civarı Zadar'da oldum.

Yolculuk bazı aksaklıklar haricinde çok güzeldi. Ege kıyılarındaki gibi yollar kıvrılarak ilerliyordu. Hız ortalaması 80 km olduğu için manzaranın tadını çıkarmaya fırsat bulabildim. Manzarası ise sağ tarafta deniz ve adalar, sol tarafta ise yeşillik ve yerleşim yerleri vardi. Küçük sahil kasabalarını ziyaret ederek ve neredeyse her durakta durarak ilerledik.

Zadar otobüs terminaliyle merkez (old town) yürüyerek 15 dk. mesafede olduğu için yürümeyi tercih ettim.

Zadar'da 3 gece kalmayı planlamıştım. İyi ki öyle yapmışım. Three Corners Hostel'de 3 kişilik odada kaldım. 

İlk gecemde Zadar merkezini keşfe çıktım. Sürekli fotoğraf çekerek zaman harcadığım için o gece fotoğraf makinamı kenara bırakıp yaşayan şehrin bir parçası oldum. Old Town'un dar sokaklarında dolaşıp bir yandan da yemek yemek için bir yer aradım.

Hırvatistan'ın genelinde yemek yemek için ciddi paralar harcaman gerekiyor veya benim çoğunlukla tercih ettiğim gibi pizza dilimi, kızarmış patates, hotdog tarzı, sağlıksız ama ucuz gıdalar tercih edilebilir. Eğer hostelin koşulları el veriyorsa kendi yemeğini pişirmek en mantıklısı. Genel fikir vermesi açısından, dışarıda yediğin bir yemek için ortalama 40 TL - 50 TL'yi gözden çıkarmanız gerekiyor. Pizza dilimi ve kolaya da ortalama 7 TL - 10 TL arası ödemeniz gerekir.   

Zadar'daki planım çevresindeki adalara gitmekti. Bu nedenle sabah 10.00'daki otobüsle Pag Adası'ndaki Novalja Plaža Zrće plajina gittim. Çakıl taşlarından oluşan kumsalı, merkeze uzaklığı ve sürekli parti havasında çalan müzikleri ve akşamları düzenlenen partileriyle meşhur bu plajda gün boyu huzurun, denizin ve müziğin tadını çıkardım. Buraya gidecekler, gitmeden önce bir markete uğrayıp yiyecek-içecek almaları mantıklı olur. Zira fiyatlar ateş pahası (bir suya 15 TL civarı vermek insana koyuyor doğrusu)!  Zadar taraflarına gidecekler burayı mutlaka seyahat planınıza ekleyin ama konaklamayı Novalja taraflarında ayarlayın. Gündüz denizin, gece ise eğlencenin tadını çıkarın. Ben Zadar'da konakladığım için erkenden döndüğüm için partilerle ilgili teferruat veremeyeceğim. 



Hostele dondugumde yorgundum. Avrupa Kupası maçlarını izleyip gece Zadar'daki Sea Organ'ı görmeye gittim.  Sea Organ dedikleri şey, dalgaların kıyıya vurması sonucu melodilerin oluşması ve bulunduğu konumdan dolayı romantik bir atmosfer oluşturmasıdır.  Manzarası, sesler, sakınlık, huzur, yalnızlık... karmaşık duygular enerjimi alıp beni durgunlaştırmıştı. Ben de hostele donup the last man on earth dizisini izledim.



Bir sonraki gün Dugi Otok adasına gitmeyi planlıyordum. Fakat sabah kahvaltısını keyfini çıkartarak yaptığım için feribotu kaçırdım. Uzak yerlere gitmek istemediğimi fark ettim ve  toplu taşıma araçlarıyla Borik sahiline gittim. Sahil olarak çok kötüydü. Denize girilen yer ve sahil taşlıktı. Deniz kestanelerinin çokluğu  beni tedirgin etmişti ama kalabalık olmaması ve ağaçların altında, gölgede uyuma olanağı beni cezbetti. Aksama kadar yüzdükten sonra hostele döndüm.

Aksam için planım müzik dinleyeceğim bir yere gitmekti. Belçika-Galler maçı sonrası acık havada parti havasında olan mekanlara göz gezdirdim. Hiç enerjimin olmadığına karar kılıp Sea Organ'a gittim ve hayatı, hayatımı,  insanları, arkadaşlarımı... her şeyı sorguladım. Yine modumun cok düşmesinden dolayı the last man on earth izleyip gece geç saate kadar moralimin düzelmesini bekledim.

Zadar'daki son günümün sabahında,  13.00'de olan Split otobüsümü ara sokaktaki salaş bir kafede akıl tutlmasını okuyarak beklemeye başladım. Split için yenilenmem gerekiyor: düşen enerjimi ve heyecanımı...

Tarih ve Adalar: SPLIT



Adriyatik denizi kıyısındaki şehirlerin çok fazla ortak yönleri var. Genel olarak ise kale ile çevrelenmiş, dar sokakları, sağlam binaları  ve içinde halen yaşamın devam etmesi bütün şehirlerde aynıdır. Sonrasında gelişen ekonomi, artan insan popülasyonu şehirleşmenin bu bölge dışına taşmasına neden olmuş. Bu bölgelere de old town  adı verilmiş. İstisnasız her şehirde (Zadar, Dubrovnik, Kotor, Budva) bu yapıyı görmek mümkün. Turistlerin yoğunlukta olduğu yerlerde yine buralardır. Diğer bölgelerde ise rutin hayatlarına devam etmekte, daha durağan ve daha yaşamın içinden kareler görülmektedir.

Split'te Sweed Dreams Hostel'e giriş yaptıktan sonra ilk işim Melis'in fotoğraf çekindiği seyir terasına gidip orada fotoğraf çekinmek oldu. Orada manzaraya karşı biraz oturduktan sonra tanıştığım Güney Koreli Biejeng ile Split'te meşhur olan Luka dondurmacısında dondurma yedik. Sonra ben yemek yemek için ayrıldım. Yemek için fiyat kalite oranı çok yüksek olan Buffet Fife'de yer bulamayınca fish and chips de kalamar yedim.

Aksam Hırvatistan'in ünlü erkek korosunun tarihi bir binada konseri vardı. Bana bizim Boğaziçi Caz Korosu'nu anımsattı. Sesleri ve ses uyumları efsaneydi.



Bir sonraki gün benim için Brač Adası günüydü. Araştırmalarım sonucu Zlatni Rat'ın  harika plajını keşfettim. Plaja Split'ten gitmek için değişik seçenekler mümkün. Feribot ile doğrudan Bol'a gidip oradan 15 dk. ormanlık alanda yürüyerek ulaşabilirsiniz veya Supetar'a gidip (33 Kuna), otobüsle Bol'a geçebilir (1 saat yolculuk, 50 Kuna çift yön) ve yürüyerek plaja ulaşabilirsiniz. (Bileti limandaki gişeden kolaylıkla temin edebilirsiniz.)

Doğrudan Bol'a giden feribotlar akşam gidip sabah Split'e döndüğü için ben ikinci seçeneği kullandım. 

Brač adasına gitmek harika bir fikirmiş. 2 saatlik seyahatim sonrasında Zlatni Rat'a ulaştım.  Burası Hırvatistan'daki en iyi plajlar arasında gösteriliyor. Merkezi yerlere uzak olsa da plajdaki insan yoğunlugu yeterince fazlaydı. Akvaryumdan temiz denize, fazla buyuk olmayan taş plajının eklenmesi yeşillikler ile mavinin sarı geçişini gözler önüne seriyordu. 



Önce sakin olan denizde irili ufaklı balıklarla birlikte yüzdüm. Sonra da beddualarla şiddetlenen rüzgarda dalgalar arasında... Büyük bir huzur içinde güneşlendim ve kendimi doğaya bıraktım.

Etrafı keşfe çıktığımda, Zlatni Rat'ın 100 m ilerisinde nüdistlerin plajı olan Paklina Plajının olduğunu fark ettim. Yeterince kalabalık olan plajda yüzen insanları ve onların rahatlığı görülmeye değerdi. Bedenleriyle ve doğayla barışık canlılardılar.



Derin düşünceler, huzur ve yorgunlukla Split'e geri döndüm. Old Town'da bir lokantada midyeli/karidesli makarna yeyip, Luka dondurmasıyla günü sonlandırdım. Hostele döndüğümde apartmana giriş anahtarını almadığım için kapıda bir süre bekleyip, şansıma çok beklemeden, hostele girebildim.

Sabah bavulumu toplayıp hostelden check-out yaptim. Old Town'daki kuleye çıkıp biraz fotoğraf çektikten sonra yavaş yavaş otogara doğru yol aldım.

Game of Thrones Şehri DUBROVNİK



Ciddi bir ön yargıyla gittim Dubrovnik'e. Çünkü Hırvatistan'da kiminle sohbet ettiysem bana 'buranın pahalı olduğunu düşünüyorsan bir de Dubrovnik'e uğra' ithamı, akabinde 'görebileceğin en harika şehirlerden birisi' yorumuyla karşılaştım. Beklentim ve korkum yüksekti.

Yolculuk çok keyifliydi. Deniz kıyısı boyunca uzanan adaları ve doğa ile uyumunu izlemek çok dinlendiriciydi. 5 saatlik seyahat esnasında 2 defa ülke sınırdan geçtik. Bosna Hersek'in  denize tek sınırı olan Neum şehrine uğrayip oradan geri Hırvatistan sınırına geçtik. İlkinde pasaport kontrolü yapıldı fakat sonrasında hiç kontrol yapılmadan, doğrudan ülkeye giriş yaptık.

Dubrovnik'e Split'ten gittiğinizde, sizi ilk olarak fotografik bir manzarasıyla Franjo Tudjman Köprüsü karşılıyor. Gün batımına denk gelirseniz, manzara eşsiz güzellikte oluyor. 

Otobüs terminalinden yine yürüyerek kalacağım hosteli bulmaya yollandım. Çok fazla iniş-çıkışların ve işaret levhalarının yetersiz olmasından dolayı biraz yorucu oldu ve zaman aldı. Youth hostel olarak gecen adını gösteren hiçbir tabela yoktu mesela. International hostelling diye bir sistem kurmuşlar, sadece onun tabelası vardi. 

4 kişinin çok zor sığdığı, şarj etmek için sadece 2 tane prizin olduğu, duş almak için iki kat alta inmek zorunda kaldığım, koridorlarda klimanın olup da odada kliması bulunmayan, merkeze uzak  Youth hostelden hic memnun kalmayacaktım.

Biraz dinlendikten sonra Dubrovnik'in meşhur Old Town'una yürüyerek gittim. Yürürken ilk izlenimlerim şehrin tarihi yapısını çok güzel muhafaza etti ve kendimi orta çağ filmlerinde bir sahnede gibi hissedişimdi. Binaların bahçelerindeki çiçekler ve çiçek kokusu...

Dubrovnik hakkında hiç araştırma yapmamıştım. Game ofThrones sahnelerinin bazılarının orada çekildiğini öğrendiğimde çok şaşırdım (Old Town girişinde Game of Thrones turu düzenleyenlerle karşılaştım.). Sonra Old Town a girdim...

... tek kelimeyle harikaydı.



Şehrin dışı kale duvarlarıyla kaplıydı. Binalar en az 150-200 yıllıktı ve birbirine çok yakin yapılmıştı. Ara sokakları daracıktı ve binalarda yasayan yerli halk vardi. İnanılmaz değil mi? :) Kendimi o yerleşim yerinde, eski çağlarda yaşıyor olarak hayal etmekten alamadım. Sokaklarında kaybolurken düşündüğüm tek şey kesinlikle 19. yüzyılda böyle bir şehirde yaşıyor olmam gerektiğiydi.

Bu duygular içinde, böyle bir ortamda kendimi şımartmasam olmazdı. Konoba Koloseum restorantta karışık deniz ürünleri siparişi verdim. Sonra fark ettim ki; Game of Thrones'daki Cersei'nin 'shame' diye yürüdüğü o sahnedeki tapınağın başlangıcında oturuyormuşum. Büyük bir heyecanla 'shame' sahnesini tekrar izledim. gerçekten de orasıydı.



Yemeğimi yerken yan masamda ve onların da yanındaki masada Türk'ler oturuyordu. Dubrovnik'e girdiğimden itibaren kaç tane Türk kafilesiyle karşılaştığımı hatırlamıyorum bile, o kadar çok! Sanırım Dubrovnik Türkiye'de çok meşhur bir şehir :)

Harika yemekten sonra limana yakin bir yerde, bir mekanda çalan canlı klasik müzik eşliğinde, uzun uzun, kitap okudum. Gecenin en ilginç noktası ise Santa Claus (Noel Baba) ile gerçekleştirdiğimiz ilginç diyaloglardı. Mühendisken işini bırakıp hayatını yaşamaya karar veren ve gozündeki iltihabı kanatıp gözleri kanayan, ilginç birisiydi. Muhabbetini ve felsefesini sevdim. Hayatımıza kattığı ironiyi (yaz günü Santa!) de...

Geç saatte hostele dönüp erken saatte, bavullarımı hostele bırakıp tekrar old town taraflarına yöneldim. Bir gece ayırdığım ve son günüm olduğu için tadını çıkarmak istiyordum. 

Once City Walls dedikleri kale duvarlarını 120 Kuna'ya (yaklaşık 60 TL, bence pahalı ama görülmesi de gerekiyor) gezdim. Harika fotoğraflar çektim. Bu duvar gezisiyle Old Town'un her yerini rahatlıkla görüp tepeden fotoğraflarını çekebiliyorsunuz. Ayrıca Game of Thrones'un çekildiği bazı yerleri de buradan rahatlıkla görebiliyorsunuz.



Biraz yorulduğumu hissedip Banje plajina gittim. Plaj küçüktü ve çok kalabalıktı. Ama şehre yakın olmasına rağmen temiz ve ince kumluydu. Plaj konusunda sürekli ulaşımın olduğu Lokrum adası da seçenekler arasındaydı fakat zamanımı plajda uzanarak harcamak istediğim için başka bir yere gitmek istemedim. Bence tercih edilebilir bir plajı var.

Ayrıca teleferik ile Dubrovnik'i tepeden izlemek de 'to do list'in başında yer almasına rağmen hem zaman hem de bütçe ayıramadığım için (yaklaşık 120 Kuna gidiş-dönüş için) ben gitmedim. Gidecek olursa diye buraya not düşeyim.  

Aksama doğru artık 20.30'daki Kotor otobüsüme yetişmek için hostele doğru yola koyuldum.

Saklı Şehir: KOTOR



Yine keyifli bir yolculuk, ada manzaralı ve gün batımı eşliğinde 3 saat yolculuk yaptım. Bir ara deniz otobüsüyle karşıya geçtiğimiz bile oldu. Gece 23.15 gibi Kotor'a ulaştım.

Planım arasında Kotor hiç yoktu. Fakat Minela'nın önerisiyle yönümü oraya çevirdim. İki ki de öyle yapmışım! (Teşekkürler Minela)

Old Town Hostel'de konaklayacağım için hosteli aramaya koyuldum. Güzel bir hostel seçmişim. Odalar, personel, konum ve temizlik olarak çok iyiymiş. Hostel ile otobüs terminali arası yürüyerek yaklaşık 15 dk sürüyor.

Odamı alıp, eşyalarımı bıraktıktan sonra her zamanki gibi şehri keşfetmeye koyuldum.

Okuduğum yazılarda Dubrovnik'e benzemeyecek kadar farklı denilse de ben Dubrovnik'teki  ve hatta Adriyatik'teki Old Townlara çok benzettim. Benzer şekilde dışı kale duvarı, içi tarihi ve birbirine yakın inşa edilmiş binalar, dar sokaklar... 

Gece bilmediğim sokaklarda rastgele gezerken sürekli bahsedilen, Saint John Kilisesine tırmanmaya yarayan  basamaklara ulaştım. Gece karanlığında, bir cesaret basamaklardan yukarı tırmandım. Gece azizim, gün geceye çökünce Kotor efsane bir manzaraya sahip oluyor tepeden! Enfes... :) 



Gece geç saatte hostele dönebildim, sabah da erken kalktım. Şehrin içinde tesadüfen dolaşırken Litvanya'lı birisi bana tepedeki bayrağa nasıl çıkılacağını sordu. Ben de birlikte çıkmayı önerdim. Elemanla tekrar tepeye tırmandım. Bu kez gündüz gözüyle Kotor'u seyrettim. Karşıda dağ ve denizin birleişim, solda yerleşim yerleri, dibimde old town... Cruise gemilerinin demirlemesi ve çan sesleriyle manzara boyut değiştiriyordu. Çok fazla fotoğraf çektim.

Elemanla birlikte bir bira içip Scorpio Restoranda lezzetli deniz ürünlerini yedikten sonra ben Budva'ya yol almak üzere otogara yöneldim. (Kotor'dan Budva'ya sürekli otobüs seferleri mevcut ve ücreti 3.5 euro civarı)

Yokuşuna Yandığım BUDVA



Budva'ya gittiğimde Tiran'a geçmek için önümde iki seçenek vardı. Ya geldiğim gibi geri gidecektim ya da risk alıp bir sonraki gün gidecek ve Budva'da biraz zaman geçirecektim. Her şeyin çok (plansız) planlı  ve yolunda gittiği bu seyahatimde ben risk alarak işleri zorlaştırmayı tercih ettim. Geç kalma pahasına bir gün sonraki otobüsle Tiran'a bilet aldım.

Sabah kalktığımda hostelin konumundan ve sessizliğinden dolayı huzurlu uyandım. Kahvaltımı yaptıktan sonra Budva Old Town'u keşfe ve sonrasında yüzmeye gitmeyi planladım.




Old Town; Dubrovnik ve Kotor'un old townlarına benzer sistemle konuşlanmıştı. Yani dışı kaleyle kaplı, içinde eski yerleşim yerlerinin olduğu bir alan. Görsellik açısından diğerlerine göre zayıf kalıyordu ama bana sevimli gelmişti.

Biraz turladıktan sonra yolumu plaja çevirdim. Old Town'un yanında iki plaj vardı: Jaz Plajı ve Mogren Plajı  Ben Mogren Plajına gitmeyi tercih ettim. Gölgelik bir yere uzandım ve etraftaki Türklerin diğer Türklerin fazla oluşundan şikayet etmelerini eşliğinde uykuya daldım. Uyandığımda biraz yüzdüm, kayalıklardan atladım ve Türklerle tanıştım. Uzun uzun muhabbet ettik. (O kadar sıradan geçti ki Budva, anlatamam!)



Akşama doğru hostele gitmeyip Avrupa Kupası Almanya-Fransa maçını beklemeyi yeğledim. Öncesinde  ise Restoran Jadran "Kod Krsta"'da enfes kalamar yedim.

Maçı izledikten sonra hostele gidip, yeni başladığım Doctor Who eşliğinde uyuya daldım.

Böyle Tanışmamalıydık TİRAN 




Sabahın ilk ışıklarıyla yola koyuldum.

Bileti alırken Budva -Tiran arası maksimum 4 saat olduğunu söyleyen görevliye güvenerek (güvenmeyin sakın!) 7.30'daki otobüse bilet almıştım.

Otobüste uyumayı planlarken bugünün ne kadar sorunlu geçeceğinin ilk sinyalleri verilmişti. Otobüse binen bir Türk arkadaşla uzun uzun ülke meselelerini konuştuk. Karamsarlığıyla ve geleceğe bakışaçısındaki ümitsizliğiyle içimi kararttı.

Bu sohbetin gidişatı şoförün otobüsü çok yavaş kullanmasıyla taçlandı. 11.30 da varmayı planladığımız Tiran'a 12.45 civarı ulaştık.

Benim otobüsüm (Metro Turizm) 14.00'de Durres'ten kalkması gerekiyordu. Fakat telefonla aradığımda, araç çoktan Tiran'dan ayrılmış ve Durres'e uğramayarak Elbasan'a ilerlemişti.

Göz göre göre beni Tiranda bıraktılar ve fahiş fiyata bilet almak zorunda kaldım!

Konu ile ilgili şikayetvar.com sitesinde şikayet oluşturdum (buradan okuyabilirsiniz) ve Metro Turizmi arayarak da durumu bildirdim. İki hafta geçti ama hala bir şey çıkmadı! Net söylüyorum, Metro Turizmi ne şartta olursanız olun, KULLANMAYIN!

SON SÖZ

Hayatın anlamını arayışımız yüzyıllardır süregelmektedir. Merak ve keşif hissi ise bizim pusulamız olmuştur. Bütün seyahatler aslında insanların dünyasına yolculuktur. Gizemi keşfetmeye bir adım daha yaklaşmak, onu hissetmek, onun zevkine varmaktır.

Keşif, yaşadığını hissetmektir.

Yolculuk siz onu alana kadar yerinde duracaktır. Hayat sokakta ve dışarı çıkmak için ihtiyacınız olan tek şey ilk adım.

Sonraki seyahatlerimde görüşmek üzere :)

Ama şimdi sizler fotoğrafların tadını çıkarın











HAZIRLIK (Seyahat Öncesi Notlar)


Sizi harekete geçiren dürtü nedir? 



Beni, duyduğum güzel bir şarkı, gördüğüm güzel bir fotoğraf, sevdiğim kadın veya tecrübelerine güvendiğim insanların tavsiyeleri harekete geçirir. 

Bu kez Adriyatik!

2016 yılı için yurtdışında nerelere gidebilirimi sesli düşündüğüm dönemlerde, bir arkadaşımın Dubrovnik ve Budva'dan bahsetmesi üzerine seyahat planımı adriyatik kıyılarına yapmaya karar verdim. 

Bu sene yurtdışı seyahatimden beklentim kültürel geziden ziyade yorulan ruhumu dinlendireceğim, gündelik aktiviteleri bilmediğim bir kültürde yapabileceğim, her şeyin planlanmadığı ve bazı noktaların sürprizlerle şekilleneceği; çokça yüzebilececeğim bir tatildi. Maddi durumumun çok harcama yapmama müsade etmediği bir dönemde olduğum için de ekonomik bir tatil olması gerekiyordu. 

Tüm bu etkenler göz önüne alındığında, adriyatik kıyıları benim tatilim için en ideal, hatta en harika seyahat olacaktı.

Hazırlık Aşaması

Kafamda bir çok seyahat planı kombinasyonu canlandı. (1)Yunanistan'dan başlayarak Arnavutluk, Karadağ, Hırvatistan derken İtalya'dan dönmek. (2) İtalya'dan yola çıkıp arabayla Hırvatistan'ı geçerek feribot ile tekrar İtalya'ya dönmek ve sonrasında İtalya'dan Türkiye'ye geri gelmek.  (3)İtalya'dan başlayarak Hırvatistan'da Rijeka üzerinden Zadar, Split, Dubrovnik yapıp, Karadağ'da Budva'ya uğrayarak, Arnavutluk'ta Durres'e uğrayıp, buradan Türkiye'ye dönmek.

Üçüncü plan en mantıklısı geldi. İtalya'daki Venedik herkesin hayallerini süsleyen, aşıkların uğrak mekanıdır. Benim ise filmlerde dibim düşerek izlediğim, özellikle Kazanova filmiyle ziyaret edilecekler listesinde üst sıralara tırmanan Venedik, yalnız gidecek olmama rağmen tercih sebebimdi. Ayrıca seyahat planımda başlamak için güzel bir noktaydı. 

Küçük araştırmalar sonucunda seyahat planımın taslağını şu şekilde gerçekleştirdim:


Venedik/İtalya (25 Haziran - 27 Haziran) (2 Gece konaklama)

Rijeka/Hırvatistan (27-29 Haziran) (2 Gece konaklama)

Zadar/Hırvatistan (3 gece konaklama)

Split ve Mimice/Hırvatistan (3 gece konaklama)

Dubrovnik/Hırvatistan (1 gece konaklama)

Budva/Karadağ (2 gece konaklama)

Durres/Arnavutluk (dönüş)

Yolculuk detaylarını planlarken ise şu an için Ankara-Venedik uçak biletimi aldım (250 TL). Venedikte Ostello Domus Civica hostelde kalacak yerimi ayarladım (Venedikte konaklama fiyatları çok pahalı, hostel olmasına rağmen 40€ geceliği !). Rijeka'ya nasıl gideceğim konusunda net bilgim olmamasına rağmen iki gece konaklama ayarladım (Art Rijeka Hostel). Dönüş için ise Durres'ten Metro Turizm ile İstanbul'a otobüs ile dönmeyi planlıyorum. Bunun biletini de, ne olur ne olmaz diyerek, satın aldım. Ayrıca bayram yoğunluğunda sıkıntı yaşamamak için de İstanbul-Ankara biletimi de THY'den şimdiden aldım.

Şu ana kadar planımda net olan noktalar bunlar. Geri kalan... tamamen spontane gelişecek olaylar olacak.

ADRİYATİK'te Ne Yapılır?

Seyahate çıkmadan önce nerelerin gezileceği konusunda çok kapsamlı araştırmalar yapardım. Fakat bu gezimde çok kapsamlı plandan ziyade, fikir edinmek için blogları, Hırvatistan ile bilgileri okumaya başladım.

Bazı blog yazıları Adriyatik denizini ziyaret edeceklere yol gösterecek nitelikte olduğu için bir kenara not ettim. Bunlardan bazıları şu şekilde;

İlk durağım Venedik olduğu ve gondolları Venedik'in simgesi olduğu için araştırmalarımda gondolları ilk sıraya koydum. Sloganları 'Az Harcayıp, Çok Gezme Rehberi - Biz yapıyoruz oradan biliyoruz' olan saventravel.com sitesindeki Venedik Gondol Turu yazısı bu konuda okunması gereken yazılardan birisidir.

Dünyalilar.org sitesinde bir hemşirenin yazdığı ADRİYATİK’İN İNCİSİ HIRVATİSTAN GEZİSİ yazısı genel bilgi konusunda okunması gereken bir yazı. Bu yazıdaki iki küçük nokta önemli:
Ülkede ulaşım: Trenle her yere gidilebiliyor ve de konforlu, hızlı. Ancak ADRİYATİK kıyısı boyunca gezeceksiniz gündüz yolculuğunu tercih edin ve otobüs kullanın. Çünkü kıyılar çok girintili çıkıntılı olduğundan bazı yerlerden tren içerden geçiyor, denizi göremiyorsunuz. Panoramik manzara açısından otobüs en iyi seçim. Otobüs ve trenler için sefer saatlerini gösteren broşürler var. Tren istasyonlarından ve otobüs terminallerinden edinebilirsiniz. Gittiğiniz yerde önceden edinmenizde fayda var.
Faydalı bilgiler: yanınızda gezi kitabınız, sözlüğünüz, güneş kreminiz, rahat bir ayakkabınız, rahat giysileriniz , şapkanız , haritanız olsun. Yanınıza mayonuzu da alın ve denize girmeden gelmeyin. Deniz çok temiz ve renkleri muhteşem. Günlük harcama her şey dahil 40-50 euroyu geçmiyor.

Adriyatik'e gitmemin en önemli sebebi, harika plajları. Bu konuda da güzel bir site bulduğumu düşünüyorum: chasingthedonkey.com sitesinde 16 of the best beaches in Croatia  konusu Hırvatistan'ın en güzel plajlarını göstermekte ve eğer zaman bulabilirsem en az 5-6 tanesini ziyaret edeceğim.

Adalar hakkında bilgi veren dokuzuncubulut.com sitesindeki Hırvatistan ve Dalmaçya Kıyıları-2; Split, Hvar Adası ve diğer adalar yazısı adalarla ilgili güzel bilgileri içeriğinde barındırmaktadır.

Henüz okumadığım ama okuyacaklar listemde bulunan adriyatikle ilgili gezimanya yazıları

YOLCULUK VE YOLDA OLMAK ÜZERİNE

“Hayatın, üstüne üstüne geldiğini düşünüyorsan; ‘yolculuk vakti’ gelmiş demektir…” Figen Karaaslan

Yaptığım onca seyahat sonrasında şunu fark ettim; seyahatim geldiği durumlar oluyor. İş hayatının rütine binmesi, yaptığım uğraşlarda tekdüzeliğe girmem, algılarımın azalması ve insanları ve yaşamları sıradanlaştıran bakış açım bana çığlık çığlığa seslenir: Seyahatin geldi!

Her şey yolunda gittiğinde de seyahatim gelebilir. Geliyor da...

Bu noktada bana düşen harekete geçmek.

Bu kez adriyatik denizini keşfe çıkacağım. Fakat daha çok kendimi ve insanlarla etkileşimimi keşfe çıkacağım. Ne kadar zaman geçse de, öğrendim sansam da insan ilişkilerini, her seyahatimde yeniden keşfediyorum neleri yanlış yaptığımı... Her seyahatim sonucunda yeni kararlarla dönüyorum gizime, insanlar yıkana kadar da gerçekleştiriyorum kararlarımı...

Yolda olmak, bir insanın evinde TV izlemesi kadar normal ve sıradan bir tercihtir. Nerede mutlu oluyorsan hayat oradadır.

Bu seyahatime başlarken heyecanlıyım. Hayalim olan Venedik'e gidiyorum. Yalnız gitmenin bir hüznü yok değil üzerimde. Hatta yalnız gitmek hiç bu kadar hüzün vermemişti. Bunun yanı sıra iki hafta boyunca deniz, kumsal, seyahat ve farklı bir ülkenin tatları (yemek, içecek vb.) beni heyecanlandırıyor. Bilinmezliğin gizemi de gözlerimi büyütüyor.

İlk adımı cumartesi (25 Haziran 2016) atıyorum. Döndüğümde fotoğraflarla, tecrübelerimle bu yazımı güncelleyeceğim. Takipte kalın :)