üdopara

1 Aralık 2011 Perşembe

TCDD'de Mühendis Olmak "ÖZ ELEŞTİRİ"

Yazı 2011 yılına aittir. 2018 yılında P.S. olarak güncellenmiştir. 

Hayallerine ulaşmak, bir sonraki hayallerin için yeni bir adım olduğu kadar sonraki hayallerinin önünü kapatan engel olabiliyormuş...


Blog'uma yeni bir kategori eklemeye karar verdim: TCDD'de  Mühendis Olmak. Aklımı kurcalayan, kimiz zaman beni çıkmaza sürükleyen düşüncelerimin kaynağını oluşturan devlet kurumunda mühendis olma durumundan bahsetmeliyim. Çok özele girmeden, başkalarını eleştirmeden, kendime bakarak gördüğüm olayı aktarmalıyım. Belki o zaman çözülür içimdeki düğüm. Belki o zaman yaşanılması kaçınılmaz olan durumumdan zevk almaya başladım.

Devlet Demiryolları'nda çalışmaya başlayalı bir buçuk ay geride kaldı. Bana sanki 6 aydır çalışıyormuşum gibi geliyor. Zaman iş yerinde olağandan daha yavaş ilerliyor. Yapılacak ve öğrenilecekler artarak çoğalıyor ve ben gün geçtikçe yetersizleşiyor, dikkatsizleşiyor, asık suratlı hale geliyorum. Bu durumdan nefret etmeye başladım. Bu sebepten dolayı bu yazımda kendi eleştirimi yapacağım.

Önceki yazılarımda hayallerim ve ben bir bütündük. Ben yorulduğumda hayallerim koltuk altıma girip bana destek oluyordu. Hayallerim tükenmeye başladığında ise hayal depoluyordum hayal kaynaklarımdan. Bu şekilde geçinip gidiyorduk. Sonra hayalimin beni taşıdığı yere geldim: Devlet Demiryolları'nda çalışmaya başladım. Bu hayalime ulaşmak için de çok mücadele ettim. Çok engelleri aştım. Beni cesaretlendiren şey hayalim gerçekleştikten sonrasıydı...

Ama sihirli aynanın arka tarafına bakabildim, çalışmaya başladım. 


Bir buçuk ay içinde kaç tane plan yaptığımı, kaçını değiştirdiğimi hatırlayamıyorum ama şunu biliyorum; hiçbirini gerçekleştiremedim ve çoğu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.

Daldan dala atlayarak yazdığımın farkındayım. Düşüncelerimi sabitleyemiyorum. En iyisi baştan anlatmak, işe başladığım zamandan itibaren değerlendirme yapmak, kendi eleştirimi yapmak...

Öncelikle çalıştığım birimde kendi uzmanlık alanımla ilgili hiçbir şey yapmıyorum. Evet hiçbir şey yapmıyorum. Dört sene boyunca öğrenmek için kendimi parçaladığım onca bilgi beyin çöplüğüme atıldı. O bilgilere ihanet ettiğimi hissediyorum, istemeden, zorla, belki de en acı veren haliyle...

Hayatım boyunca resmiyetten kaçtım. Orta okulda, lisede hep koyulan kuralların tersini yaşadım. Okuldan atıldım, kavga ettim, ders çalıştım. İstediğimi yaptım. Ama çalışmak böyle değil. Çalışırken tamamen gereksiz bir resmiyet halindeyiz. Düzenlediğim evraklar tamamen resmi, insanlar birbirleriyle resmiyetin izin verdiği ölçüde samimi... Her sabah, o günün de bitip bitmeyeceğini sorarak başlıyorum. Resmi işler olduğu için öğrenmek de istemiyorum. Öğrenmek istemediğim için enerjim olmuyor, enerjim olmadığı için odaklanamıyorum ve hata yapıyorum. Cidden ben devlet kurumunda ne yapıyorum?

Beni oraya bağlayan tek ve en önemli neden maddi özgürlüğümün sağlanıyor olması. Sözde hayallerime ulaşabilmek için maddi imkansızlıkları ortadan kaldıracaktım. Evet kaldırdım ama en büyük etkeni, zaman faktörünü kurban vererek. Zaman, hayallere giderken izlediğim yolda paradan daha önemli bir faktörmüş. Bunu anlamak için çok zaman harcamama gerek kalmadı devlet dairesinde...

İşlerin yavaşlığı ise ayrı bir sinir bozucu durum. Masamdaki bilgisayar monitörü masamın neredeyse yarısını kaplıyor. İlgili kişilere daha ince bir monitör istediğimi söylediğimde " Burada işler bu kadar hızlı ilerlemez, bunu zamanla öğreneceksiniz" dedi. Evet ben bu yavaş işleyen sistemde yavaş yavaş asimile olacağım.

Bu durumların hiç birisi, bu durumda yaşamam ve bu durumu değiştiremeyeceğim gerçeği kadar acıtmıyor içimi. Asaletim tastik olana, farklı bir birime geçiş hakkım olana kadar bu işkenceye devam edeceğim. Peki nasıl zevk alabileceğim bu tecavüzden? Hayallerime edilen tecavüzden sonra ben eski ben olabilecek miyim?

Nokta.


P.S: 2018 yılı güncellemesi
7 sene boyunca Ankara'da, mesleğim ile alakası olmayan bir birimde çalışmaya devam ettim. 7 sene... 
2018 yılı benim için bir milat, bir başlangıç oldu. Bu konuya değinmeden önce 7 yıl boyunca neler olduğundan, Devlette mühendis olmanın nasıl bir şey olduğunu nasıl tecrübe ettiğimden kısaca bahsetmek istiyorum. 
2011 yılında, henüz işe yeni başlamışken taşıdığım kaygıların birçoğu gerçekleşmedi. Mesela asimile olmadım. Rutin hayatımı şekillendirmek için işten arta kalan zamanlarımı iyi değerlendirdim. Yetkinliklerimi geliştirdim ve bilgimi artırdım. İş dolayısıyla yaşayamadığım tatmini sosyal hayat ve hobilerim sayesinde yaşadım. Neler yaşadığımı da blogda her sene başında yayımladığım ...'ta Ne Olmuştu başlıklı yazılarımda paylaştım. 
Benim işimden dolayı yaşadığım tatminsizliğe rağmen TCDD'nin diğer birimlerinde çalışan mühendislerin (Örneğin Demiryolu Bakım Dairesi, Demiryolu Modernizasyon Dairesi, DATEM vb.) mesleki tatmin yaşadıklarını da gördüm/duydum. Dolayısıyla devlette mühendis olmak aslında sanıldığı kadar korkutucu değil. Hangi birimde/dairede çalıştığına göre mesleki konularla etkileşmen değişiyor. Yeniliklerin aktarıldığı birçok kongre/sempozyuma katılabiliyor, yurtdışında birçok kabul işlemine gidebiliyorsun. Ama (!) buralara gidebilmen için farklı dinamikler var. Çünkü TCDD'de çalışan bir mühendis kitlesi olduğu gibi, daha az çalışan ve güven ortamı yaratmamış mühendisler de var. 

Genel itibariyle demiryollarında çalışmak bir denge işi... Kilit nokta ise, kişiler hakkında daha az dedikodu yapmak, güleryüzlü olmak ve alttan almayı bilmek (hatanı kabul etmek, ego yapmamak). 

İnsan yaşlandıkça daha fazla konuşuyor sanırım. Neyse, ben çok uzatmayayım: 2018 yılı benim miladım oldu. Mobbinge uğradığım senelerde, sonrasında ve çokça istifayı düşündüğüm bu kurumda kalmamın sadece bir olasılığı vardı: İzmir'de çalışmak. Uzun zamandır yaşama hayalini kurduğum, büyük uğraşlar verdiğim İzmir'e nihayet tayin olabildim. Burada bambaşka bir sayfa açıldı. 

Şuan; yaptığım işten, yaşadığım hayattan ve geleceğim konusunda şuan attığım adımlardan memnunum :) Eğer ki demiryollarında çalışmaya başlama gibi bir güdünüz varsa; benimle iletişime geçiniz: umityardimm@gmail.com 

20 Eylül 2011 Salı

Mezuniyet - İş Arasında " BEKLENEN GÜN GELDİ, O ARTIK TCDD'Lİ"


Büyük sancılar yaratan gebelik süreci sanırım sonlanmakta ve nur topu ( ki daha bebeklere doğmadan top denilmesi ilginç ) işim olacak.  Beklenen gün geldi ve geçti…

15 Eylül, yılın sıradan günü, benim için sıradanlığını kapının girişindeki portmantoya asmış ve bütün heyecanlı bekleyişi içime işlemişti. Sabah sıradan başlamıştı. Heyecan vardı ama daha çok bilinmezliğe bakarken hissedilen cinstendi. Takım elbisemi mezuniyet sonrası ilk defa giyiyordum.  Aynada kendime baktığımda fark ettim, yakışıyor bana takım elbise bea…

İlk durak Başkent Kuaför’deki Kemal Abi’nin yanıydı. Yaklaşık iki saatlik şekillendirme, fazlalıkları alma ve memur kamuflajına bürünme çalışmalarından sonra, taksiye atladım ve TCDD genel merkezinin yolunu tuttum.

Taksi, Kızılay trafiğinde yavaş yavaş ilerlerken ve taksicinin muhabbet açma çabalarını savuşturduktan sonra iç konuşmalarıma kulak kabarttım. Hayal kuruyordu birisi, diyordu ki; “ Sen şimdi TCDD’de çalışan bir mühendissin…” İçimde yaşayan diğer yaratık ise kendini o moda sokup, nasıl hissedeceğini tahmin etmeye çalışıyordu. Bazen kendini beğenmiş zibidi oluyor, bazen de ağır başlı birisi… Aldığı para ile yurtdışına gitme planları yapıyor, nereleri nasıl gezeceğini planlıyordu. Bense sanki oralara gitmiş, hayal ettiklerini yaşamış gibi heyecanlanıyordum. “Güzel olacak bea…” diyordum içimden, güzel olacak…

Artık TCDD’nin önündeydim. Neredeyse kavurucu sıcakta, siyah takım elbiseyle, sol elim cebimde, bakışlarımı kapıdaki güvenliğe odaklayarak yürümeye başladım içeriye doğru. Sınava daha bir buçuk saat vardı. İçeri girdim, dinlenme odasına geçtim. İlgilenecek veya zaman geçirecek hiçbir şey yoktu. Bende ablamın hediyesi telefonla facebook’a bağlandım ve önüme gelen her yazıyı okuyarak bir buçuk saati geçirdim. Eğer zihnimi serbest bıraksam, ellerim titreyecek ve çok heyecanlanacağım diye korkuyordum.

Sınav yerine giderken Uğur ile tanıştım. Sınava gelmişti. Tekniker kadrosunda. Sonra bekleme mekanında oturduk muhabbet etmeye başladık. Muhabbeti bilerek uzatıyordum. Heyecanlanmamak, odaklanmamak için… Sonra Kadir geldi. O da tekniker kadrosuna başvurmak için oradaydı. Saat ikiye kadar geçen muhabbete onu da dahil ettik. Eskilerden, yenilerden, hayattan, havadan, sudan konuştuk. Konuşma bitti, sınav çattı fakat ne gelen vardı ne giden… Ekstradan 15 dk bekledikten sonra artık kimsenin gelmeyeceğine kanaat getirip, sınavı başlattılar.

Sorular sandığımdan basitti ya da bir aylık hazırlık dönemini dolu dolu geçirmiştim. Soruları yaptık, telefon numaralarımızı aldılar, “Biz sizi arayacağız” dediler ve bitti… Bir sene, üç aylık bekleyiş bunun içindi, önemli kararın verileceği bu sınav için. Açılan kadro sayısı fazlaydı, sınava katılanlar az… Umutlarım tavan yaptı ve sanırım TCDD bundan sonra çalışacağım, kendimi geliştireceğim ve belirli konuda yetkinleşeceğim yer… Hayallerime bağlayan kurum, çalışmalarımın bebeği…

Sınavdan sonra heyecan bitti sandım, bitmemiş… Sınavdan sonraki hafta sonu için beni bekleyen sürpriz planla daha da heyecanlandım. Ki bu sürpriz benim için yapılan sürprizlerin  en kapsamlı hazırlık aşamasına sahip, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüşüydü (her ne kadar ince ayrıntıları sonra unutulup plan değişikliğine neden olsa da J ) .

Plan konusundan tahmin yürütmeme rağmen bilinmezliğini koruyordu. Planı öğrenmem için yaşamam gerekiyordu, plana dahil olup yaşayarak öğrenmem… Cumartesi işten çıktım ve gelecek talimatları bekliyordum. Nihayet saat akşam 4’ü vurduğunda ilk talimatımı aldım: Takım elbiseni giy, verilen adreste Volkan ile görüş, daha sonra diğer adresten beni al… Denileni yaptım.  İş sınavına gittiğimde giydiğim ve alışmaya başladığım takım elbiseyi tekrar giydim. Saçlarımı dağınık, olduğu gibi bıraktım,  taksiye atladım ve verilen adreste Volkan ile konuştum. Adres araba kiralama ofisiymiş. İçeriye girerken heyecanımı bastırmak için çok çaba sarf ettim. Araba kiralama için gerekli rutin işleri hallettiğimde içime dolan arabanın modelinin ve görüntüsünün merakı artık kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Volkan arabayı getirdiğinde ise; dışa gösterdiğim bir heyecanım yoktu belki ama içimde patlamaya hazır bir coşkunun oluştuğunu söyleyebilirim.

O kadar sevinmiştim ki, bütün bir hafta sonu şoförlük yapmam gerektiğine dikkat etmemiştim.. :)

Yola koyuldum. Sırada verilen ikinci adrese gidip Eda Ceren’i almak vardı. Ankara trafiğinin İstanbul yolu bölümünde, tin tin ilerlerken aklımda Peugeot 206+’ın ne kadar harika araba olduğu vardı. Onu ben sürüyordum, inanılır gibi değil… Hele arabanın 2012 model olduğunu ve daha 4. kiralayan kişinin biz olduğumuzu öğrendiğimde, heyecanım katlanarak arttı. Sürpriz güzel başlamıştı, güzelliklere gebeydi… Hissediyordum.




Bu arada takım elbise ve arabayla kendimi daha farklı hissettiğimi fark ettim. Daha ego doluydum, daha özgüvenliydim, bakışlar daha deliciydi. Bundan hoşlanmadım. Çünkü ben değildim gördükleri, cilalanmış kabuğumdu… Önemli olan bu değilken, onlar bunu önemsiyordu… Sevmedim böyle hissetmeyi…

Ve nihayet verilen adresin bulunduğu yere arabayı park edebildim. Yana döne 16/B numaralı apartmanı arıyorum; yok… Soruyorum; yok… Sinir oluyorum. Sonra birisi yardımcı oluyor: “ Arkadaşım o apartman numarası değil, dükkân numarası, aha şuraya bi bak hele…” Bakıyorum; kadın kuaförü… İçeride Eda Hanım saçlarını yaptırıyor. İşte jeton o zaman düşüyor; Eda kendi istediklerini benim istediklerimle harmanlayıp ortaya karışık yapmıştı. Bu sürpriz aynı zamanda onun kendine yaptığı bir sürprizdi. Hoşuma gitti bu durum, değişik bir tecrübeydi. Yaşanmaya değerdi…

Arabaya bindiğimizde ikimiz de heyecanlıydık. Eminim Eda da kendini farklı hissediyordu. Tarif edilemez, yaşanmamış duygular içindeydi ve biz bu duygularla Atakule’nin yolunu tuttuk.

Arabayı parka çekip tam asansöre yönelmişken Eda’ya döndüm ve “ Rezervasyon yaptırdın değil mi Eda?” diye sordum. Gayri ihtiyari; “ Ben onu unuttum, hatta bütün rezervasyonları yaptırmayı unuttum” dedi. Trajikomik olay dedikleri bu olsa gerek. Ne yapalım biz de çıktık gözetleme bölümüne ve gün batımını seyrettik. Sonra da aşağıdaki Botanik Park manzaralı restoranda yemeğimizi yedik. Yemekler de özel seçilmişti: ben mantarlı çoban kavurma ve karides güveç sipariş verdim, Eda ise kekikli dana külbastı… Evet lezzeti ve sunumu tam not aldı benden. Manzara ve muhabbetle daha da lezzetli hale geldiğini söyleyebilirim.

Harika akşam yemeğinden sonra içmeye gitmek için planlar yapmaya çalışsak da, ikimizin de içmeye pek niyeti olmadığı için önce Mogan Parkına, Gölbaşı’ya gittik. Deniz kokusu ve denizin verdiği özgürlük hissi kadar olmasa da su görmenin ve suya paralel yürümenin tatlı dokunuşlarını hissettik. Sonra da Bihtergile gittik ve muhabbete orada devam ettik.

Pazar gününün planı belliydi; sabah kahvaltısı, festivallerde zaman geçirme ve şarap içmeydi. Sabah kahvaltısını daha önce hiç gitmediğim (hoş bu hafta sonu yaptığım aktivitelerin hiç birini daha önce yapmamıştım ve bu mekanlara daha önce gitmemiştim ) Dikmen Vadisinde, yeşilliklerin arasında, küçük fakat ara ara bizi ıslatmaya yetecek kadar yükseğe fırlatılan fıskiyelere sahip havuza nazır yaptık. Kahvaltıdan bahsedip daha fazla canınız çeksin istemiyorum ama bu tecrübeyi hayatınızda en az bir kez yaşamanızı öneriyorum; mekânın adı: Hasbahçe

Uzun uzun yapılan kahvaltı ve hafif tempo Dikmen Vadisini gezdikten sonra; sıradaki durak Kalecik Üzüm Festivaliydi. Ankara’ya 60 km uzaklıktaki Kalecik’e yolculuğum eğlenceli geçti. Karga sesimizle bağıra bağıra şarkılar söyledik. Arada Eda uyudu ben şoförcülük oynadım. O uyandı onunda dalga geçtim felan… Festival dedikleri şey küçücük bir alana karman çorman yerleştirilmiş satıcılar ve satıcıların sattıkları şeyleri almak için neredeyse bir mücadele içinde olan ve adım atmak için yer bulmakta dahi zorlanan insanların oluşturdu bir ortam. Ortada bulunan sahnede çeşitli hareketlendirici oyunlarla halkın ilgisini çekmeye çalışan animatörler ve keşke mikrofonu hiç eline almasaydı dediğim bir konuşmacı… Ortam gözünüzde canlandı mı? İşte o ortamın aralarına şarap satıcılarını yerleştirin. Aynen öyle bir ortamdı. Bulduğumuz ilk şarap tattırıcısından aldığımız yarım plastik bardak şarabı kafamıza diktik. Bööö, benim viskime kurban olayım ben. :)

Kalecikte fazla durmadık, aynı hızla geri döndük ve iki saat dinlendik. Sonra Mehmet’i de alarak Etimesgut’taki kültür ve sanat festivaline doğru yola koyulduk. Ferhat Göçer konseri de varmış. Hazır gitmişken onu da dinleyelim dedik. Etimesgut’taki festival daha canlı ve daha geniş alanda organize edilmişti. Çeşitli illerden gelen katılımcılar kendi kültürlerini tanıtıp, kültürlerine ait malzemeleri satışa sunmuşlardı. Erzurum Cağ Kebabı’nı yemeden gitmeyelim dedik. Tokat pekmezi satın aldık ve bat yedik. Konserin başlamaya niyeti olmadığına kanaat getirip eve doğru yola koyulduk.

Eveet… Güzel bir sürpriz organizasyonu böyle başladı, böyle bitti. Bu plan benim için çok önemli bir yere sahip; çünkü kimse benim için bir şey yapmak adına haftalarını planlamaya harcamadı ( hoş o kadar uğraş sen, sonra git unut rezervasyon yaptırmayı :) cık cık :)). Sayın Eda Ceren… Sana yaptığın bu plan için teşekkür ederim. Gerçekten güzeldi. Kendine ve bana böyle bir sürpriz yaptığın için minnettarım…




Sanırım Mezuniyet – İş Arasında kategorisinin sonuna geldim. Bu gün TCDD’den aradılar ve evrakları tamamlayıp geldiğim durumda işe başlayabileceğimi söylediler. Evet, hayatımın bir dönüm noktası da bu oldu. Geçen bir sene üç aylık zaman diliminde hayatımda izlerini hep taşıyacağım şeyler yaşadım. Zor günlerim oldu, zor günlerimde bana destek olanlar da… Bana destek olanlar içimde beslediğim sonsuz minnettarlık da…

Hayat inişli, çıkışlı bir yol. Yolun sonu belli değil, nereye gideceğin de… Ama kararlar, kararlar çok önemli, kararlar kendimizi şekillendiren usta eller. Kötü bir ressam dahi olsanız kendi çiziminizi daha çok seveceğinize eminim. Ben öyle yaptım. Kendi resmime kendi renklerimi koydum. Çoğu zaman çizdiğim resme uzaktan baktığımda beğenmedim ama hep sevdim, huzurlu olmaya çalıştım, mutlu oldum… Bundan sonra da alacağım kararların beni şekillendireceğini biliyorum. Zaman yaşananları silmez, unutturmaz, soluklaştırır. Güzel ve kötü şeyleri elbet hatırlayacağım ama asla tutuklu kalmayacağım… Yolculuklar yapacağım, yolcularla yollanacağım, içeceğim mutlu olacağım…

İş – Mezuniyet Arasında kategorisinin sonu…

6 Haziran 2011 Pazartesi

Sosyal Sorumluluk " KUKLaNLAT Projesi"








Hayal etmek ile hayallerin gerçeğe dönüştürülmesi arasında çok ince bir sınır vardır. Evet gerçekten sanıldığının aksine çok ince bir sınır. Hayal eden, hayalin güzelliğine kapılıp iki yol izleyebilir. Ya hayal etmenin zevkini hayal ederek tekrar tekrar yaşar ya da ayağa kalkıp hayalinde yaşattığı şeyi/şeyleri gerçekten yaşadığında nasıl bir haz alacağını düşünerek girişimde bulunur. İşte hayal etmek ile hayallerini gerçeğe dönüştürmek arasındaki ince sınır budur. Ne yapacağına karar vermek, nerede duracağını bilmek…

İspanya’daki GET IN NET kontakt kurma eğitiminden sonra, uçakta, öğrendiklerimi ve kurduğum hayalleri nasıl gerçeğe dönüştürebileceğimi düşündüm. Aslında istediğim şey Yetiştirme Yurdu’nda bulunan kardeşlerim için bir şeyler yapmak ve yaşayarak öğrenme hareketinden haberdar olmalarını sağlamaktı. Yurtta kaldığım 13 sene boyunca bir konuda çok net fikir sahibi oldum. Yapılan aktiviteler büyük bir amaca hizmet etmek için değil de anı kurtarmak için yapılıyordu. Bir çok etkinlik yapma fırsatları ve imkanları varken bu imkan ve fırsatların nasıl kullanılacağı konusunda fikir sahibi değillerdi (imkanlarından faydalanma şansım olan yurtlar bazında konuşuyorum).
Etkinlik hakkında dökümanları Ulusal Ajans’a sunmaya gittiğimde Handan Abla’ya düşüncemi açtım. Çok sıcak karşıladı. Eylem 1.2 üzerine çalışmak istediğimi söylediğimde ise Alim Bey’e yönlendirdi. Bu ilk yönlendirme aslında yönlendirmeler serisinin başlangıcı olacaktı benim için -hatta biraz abartarak yönlendirmeler serüveni diyebilirim bu duruma :)-.
Alim Bey’e düşüncelerimden bahsettiğimde aynı ilgi ve sıcaklığı göstermesi doğru yolda olduğum düşüncesini güçlendirdi. Beni o zamanlar Bakan Danışmanı olan ve Çocuk Evleri hakkında Eylem 1.2 projesini hayata geçiren Yıldırım Abi’ye yönlendirdi. Yıldırım Abi’yle ilk toplantımda çok heyecanlıydım. Fakat Yıldırım Abi’nin sakinliği ve yeniliklere açıklığı beni cesaretlendirmişti. Bu toplantı sadece bir başlangıçtı. Sonrasında 10 veya daha fazla toplantı yaptık. Ben düşüncelerimi açıklıyor, planlar yapıyor ve Yıldırım Abi ile paylaşıyordum. Yıldırım Abi ise düşüncelerimin olurluğunu ölçüyor, tartıyor ve olmayacak gibi olursa yeni şeyler bulmam için teşvik ediyordu. Bir sohbet sırasında kukla sanatçısından bahsetti. Kukla hakkında pek bilgim olmasa da çocukların ilgilerini çekeceğini ve severek uğraşacaklarını düşündüm. Yaptığım araştırmalar ve kukla sanatçısı ile yaptığım toplantılar sonucu KUKLaNLAT projesini yazdım. Bütçe konusunda Çocuk Evleri Koordinasyon Merkezi’nde çalışan hocalarım destek oldular. Almanya’daki arkadaşım Ilarion da projenin çıkış noktasını beğendi ve proje içeriği hakkında pek bilgisi olmadan  da sadece bana güvendiği için projemize ortak olmayı kabul etti. Kasım 2010 da proje başvurusunu gerçekleştirdik.

Koşuşturmalarım artık bekleme aşamasına geçmişti. Beklemek yorucu ama heyecanlı bir olay. Bekledim, bekledim…

Aralık ayında projenin kabul edildiğini öğrendiğimdeki heyecanımı hangi kelimelerle anlatabileceğimi bilmiyorum. Hayallerin gerçeğe dönüşmesiydi. Beden bulmamış düşünceler için terziye elbise siparişi vermek gibiydi. Uçacağını bildiğin uçuş öncesi heyecan gibiydi. Tatlı bir tebessümle dışa vurup içinde volkanlar patlaması gibiydi. Aptal mimiklerin yüze yerleşmesi ve söylenenlere sadece gülümsemek gibiydi. İlk çocuğunun doğuşunu hissetmek gibiydi…

1 Şubat – 31 Mayıs tarihleri projenin hayata geçirildiği, benim ise projeye dair, insanlara dair, kullanılan araçlara dair bir çok şey öğrendiğim tarihlerdir. Proje süresince yapılan aktivitelerden bahsetmeyi düşünmüyorum (aktiviteler için www.kuklanlat.com sitesini ziyaret edebilirsiniz). Anlatmak istediğim bu projeden öğrendiklerim, projeye kattıklarım ve projede yer alan kardeşlerim…

Bir projeyi hayata geçirmek, bir düşünceye somut elbiseler giydirmek bir çeşit yemek hazırlamak gibi düşünülebilir. Ana yemeği gözlerinizde canlandırmanız gerekir. Nasıl göründüğü, nasıl görünmesi gerektiğini. Sonra ana yemeğin bu hale gelebilmesi için hangi malzemelerin kullanılması gerektiğini bulmanız gerekir. Daha sonrada bunları hangi sıraya göre eklemeniz ve hangi malzemeyi ne kadar pişirmeniz gerektiğini… Projemde kendimi aşçı olarak düşündüm hep. Fakat ortaya çıkacak yemeği yiyecek grubun büyüklüğünü düşününce tek başıma olmadığım bir mutfak vardı. Proje ekibiydi onlar. Herkesin bir/veya bir çok görevi olduğunu biliyorduk fakat bu görevlerin yerine getirilmesi ile ana görev olgusuna zarar vermemeleri gerekiyordu. Kendine karşı sorumluluklarının yanı sıra büyük amaca karşı da sorumlulukları vardı.  Ana yemek ve onun gereklilikleri…

Artık faaliyete geçme zamanı geldiğinde eksiklikler bir bir gün yüzüne çıkıyordu. Aslında basit gibi görünenlerin arkasından bir çok ayrıntı çıkıyor ve proje ekibi görevini yapmaması,  zaman daralması işleri içinden çıkılmaz hale sokabiliyordu. Asıl ilginç olanı ise bir şekilde hazırlanan organizasyon sonucunda eksiklikler fark edilmiyor, fark edilse bile üzerinde durulmuyordu. Çocuklara hizmet etmenin belki de en güzel taraflarından birisi buydu.

Proje sırasında spesifik olarak bir çok sorunla yüzleşmem gerekti. Afişlerin tasarlanması, afişlerin asılması, eğitimler, zamanlar, websitesi, yurtdışı sorunları… Bunlar ve bunlar gibi bir çok olay bana hızlı düşünme yeteneği kazandırdı. Hızlı düşünme ve çözüme yönelme… Başlarda düşüncelerimin tıkandığını hissetsem de, sonra sonra düşüncelerimdeki bulutların kalktığını ve çözümü net olarak görebildiğimi söyleyebilirim. 

Bu sorunlarla yüzleşmem bir çok yeterlilik kazandırdı bana. Bunlar inanılmaz şeylerdi. Kazandırılan yeterlilikleri sıralamam gerekirse; genel anlamda proje yönetmek – ekip olarak hareket etmek ve sorumluluk dağıtmak, almak – iletişim için çeşitli araçları verimli kullanmak – dizayn için Coreldraw, photosop ile çalışmalar yapma, kendi tasarımımı yaratmak – plan yapmak ve yapılan planda aksaklıklar olduğu taktirde planı onarmak, yedek plan ile çalışmak -   farklı kültürlere, farklı kişilikte insanlara karşı sayılı olmak ve onların ihtiyaçlarını ön planda tutarak herkesi olaya dahil etmek – İngilizce konuşma ve anlamanın geliştirilmesi – görev dağılımı veya bir gruba hitap ederken, kelimelerin yalın, anlaşılır seçilmesi gerekliliği… Aklama gelmeyen ve yaşarken öğrendiğimi fark ettiğim bir çok yeterlilik bu proje ile ya hayatıma girdi ya da gelişti.
Kişisel gelişimimi fark etmek beni mutlu etti. Ama daha mutlu olmamı sağlayan ise 3 aylık eğitim sonucunda katılımcıların/ genç kardeşlerimin yeteneklerindeki gelişimdi. Kendi kuklalarını yapmak adına inanılmaz bir özveri ile çalıştılar. Kendi kuklalarını yaptıklarında planlanan sürenin biraz gerisinde kalmışlardı, kuklaları kullanmayı öğrenmeleri için yeterli zamanları yoktu. Kukla gösterilerine bir gün kala, kukla ve müzik ile kendi başlarına yaptıkları çalışmalar olumlu sonuç vermiş, herkes kuklasını hakkını vererek kullanmayı öğrenmişlerdi. Asıl güzel tarafı ise bu sadece bir başlangıçtı… Yeteneklerini geliştirebilecekleri ve hobi edinebilecekleri bir araçları vardı artık.
Projede katılımcı olan gençlerin çoğu daha önce farklı ülkeden birileri ile diyalog içinde bulunmamış, birlikte zaman geçirmemişlerdi. Alman ortakların projeye dahil  olmalarının ilk gününde bu durum açıkça kendini göstermekteydi. Fakat bir hafta sonunda Alman – Türk katılımcıların arasındaki bütün buzlar erimiş, aynı dili kullanmayanlar dahi iletişim kurmak adına bir dil oluşturmuş birlikte güzel zaman geçirmeyi bilmişlerdi… Gençler artık ‘yabancı’ olarak nitelendirdikleri kişilerin aslında o kadar da yabancı olmadığını anlamış oldular ve farklı yaşam tarzlarını görme fırsatını elde ettiler.
Bu inanılmaz bir çıktıydı benim için. Katılımcıların tepkileri, kuklayı, kukla sanatını ve diğerlerini benimsemeleri inanılmazdı. Bu proje ile fırsat verildiğinde güzel şeyler başaran gençler gördüm ve ben bu fırsatı yaratmak adına çalışmalarıma asla son vermemeyi düşünüyorum…

KUKLaNLAT projesi sorumluluğunu üstümde hissettiğim ilk projeydi. Katılımcılarıyla, hedef kitlesiyle ve hayata geçirdikleri onca güzellikle özel bir projeydi. Bir başlangıçtı… 



7 Mart 2011 Pazartesi

Sosyal Sorumluluk " YOUTHPASS (YUTPAS) "




Geçen hafta sonu Youthpass (yutpas) Eğitimi’ndeydim.  

Bu zamana kadar 2 defa uluslar arası projede youthpass hakkında eğitim aldım. Anlamadım. Dedim ki kendi kendime, bunun nedeni kesin İngilizce anlatılmasından kaynaklanıyor. Sonra Eylem 1.2 Preacting’inde biraz daha anlatıldı. Önemine vurgu yapıldı. Tamam dedim kendi kendime, bu kez anladım… Anlamamışım. Anlamadığımı ise geçen zamanda geri dönüşlerle kendimi beslemeye çalıştığımda anladım. Anlamayı anladım yani :) … Okudum anlamadım, yazdım anlamadım. Ne hikmetse bir türlü anlamadım. Günlerden bir gün Ali, Eylem 1.2 Preacting’inde birlikte güzel zaman geçirdiğimizi ve hepimizin Youthpass Eğitimine başvurmamızı, kabul edilirsek yine bir arada olabileceğimizi söylemesi ve başvuru formunun linkini göndermesi üzerine başvurdum. İki farklı heyecan vardı başvururken; birincisi güzel zaman geçirdiği güzel insanlarla bir araya gelme ihtimali, diğeri ise bilinmezlikler denizinin kendisini oluşturan, ihtişamıyla hayallerimi korkutan youthpass’a yakın olmak, onu tanımaya çalışmak ve onu anlamayı denemek ihtimali.

Başvuru sayısı yaklaşık 400 olunca Eylem 1.2 Preacting'inden kimse kabul edilemedi. Ben hariç. İlk heyecanım içimde patladı ama Youthpass’ı anlamaya çalışma ihtimalim aynı heyecanıyla yerinde duruyordu. 'Ayrıca üzerime vazife edinerek, Youthpass Eğitimi’nin bir çıktısı olarak, bu yazıyı yazmaya karar verdim. 'Çıkarımlarım ile güzel insanlara Youthpass’ı anlatmaya çalışacağım. Bilinmezliğin nasıl kaybolduğunu, nasıl anladığımı anlatacağım size. En olmadı anlayıp anlamadığımı test etmiş olacağım (Umarım eğitmenlerimiz bu yazının olumsuz sonuçlanması durumunda bana kızmazlar :) Zaten kara listedeyim, böyle bir yazı ile koyu kara listeye taşınırım ya da aklanırım sanırım :)) 

Eğitime tanışma partisiyle başladık. Akşam geç saatlere kadar birbirimizi tanımaya çalıştık.  Hafızada tutma konusunda iyi olmadığım için hala bir çok katılımcının adını hatırlamıyorum, ama görsem kesin tanırım :) Tanışmadan sonra kısaca neler yapılacağından bahsedildi ve eğitimde izlenecek yol haritasının zihinlerimizde canlandırılmaya çalışıldı.

Sabah güzel bir kahvaltıdan sonra asıl eğitime başladık. Öğrenme Nedir? ilk sorumuzdu. Çok farklı görüşlerle öğrenme tanımlandı. Objelerle öğrenme arasında bağlantı sağlandı ve katılımcıların objelerini tanımladığı bir oturum  gerçekleştirildi. 

Öğrenme’nin davranıştaki değişiklik olduğundan, yeniliklere yelken açılmada bir basamak olduğuna kadar bir çok farklı görüş katılımcıların açık zihinlerinden içeri akmaya başlamıştı. Fikir birliği yaratmaktan ziyade farklı fikirlerin ortada dolaşması için ortam çok müsaitti. 

Onur, kartlarını yere serip bize bunlardan hangilerinin hangi eğitim biçimini anımsattığını sorduğunda bizler eğitim çeşitlerini düşünmeye başlamıştık bile. 2+1 farklı eğitim vardı geniş çerçevede; Örgün Eğitim, Yaygın Eğitim + Hayat Boyu Öğrenme. Örgün eğitim dediğimizin, günümüzde okullarda, kurslarda, dersanelerde verilen, belirli bir planı, belirli bir müfredatı olan, tek taraflı eğitimi ifade ediyordu. Öğreticinin öğrencilere sürekli bir şeyler vermesini kapsamaktadır. Yaygın eğitim ise belirli bir planı olmasına karşın belirli bir müfredatı yoktur. İhtiyaçlardan doğar ve tecrübelerin aktarımı söz konusudur. Öğretici-Öğrenci kavramları yerini katılımcı ve eğitmene bırakmaktadır. Fakat katılımcı olarak gelen bir kişi eğitmen rolünü üstlenip diğerlerine bilgi verebilir,  eğitmen pozisyonuyla eğitime başlamış kişi ise katılımcıların katılımlarıyla eğitilen pozisyonuna yatay geçiş yapabilir. Belirli bir kabuğu veya belirli bir çerçevesi yoktur. Ana tema çerçevesinde her şeye değinilebilir. Çoklu pencere  ile olaylara bakışı baz alır. Örgün Eğitim ile Yaygın Eğitim'in kesişim kümesi vardır ama bu tamamen çıkar ilişkisidir :). Hayatboyu öğrenme ile ifade edilmek istenilen ise belirli bir plan olmadan, yolda giderken dahi bir şeyler öğrenmeyi kapsar. Bir partidesin mesela. Eğlence doruk noktasında ve sen orada bir konuşma yapıyorsun ve bu konuşmadan bir şey öğreniyorsun. İşte bu hayatboyu öğrenmeyi kapsar.Hatta katılımcılardan birisi “Pazara kadar değil mezara kadar” şeklinde bir sloganla hayatboyu öğrenmeyi sloganlaştırmıştır :). Ayrıca Örgün ve Yaygın Eğitimleri de içine alan geniş bir spektrumu vardır.

Anlattıklarım çok sıradan geldi ve bir şey anlamadık, adam gibi anlat diyorsan, sana eğitimde Onur’un veya Bugay’ın veya Özgür’ün verdiği örnekle anlatmak isterim. Şimdi ehliyet almak istiyorsun. Gidiyorsun sürücü kursuna, deli gibi para veriyorsun ve kurslarına katılıyorsun. Kursta biri çıkıyor, tekerleği gösteriyor. Patlamış halini slayt olarak hazırlayıp, sunuyor ve anlatıyor tekerlek patladığında neler yapılacağını. Sende bakıyorsun, dinliyorsun onun anlattığı her şeyi (Örgün Eğitim), sonra da gerçekte tekerleğin patlayınca eğitimde neler öğretildiğini hatırlamaya çalışıyorsun :). Tabi hatırlamakta zorluk çekmen gayet normal. Ama eğer seni birisi bir atölyeye götürseydi, patlamış tekerleğe sahip arabayı gösterseydi ve tamir etmeni söyleseydi ve sen tamir etmeye çalışsaydın (Yaygın Eğitim) o zaman hatırlamakta zorluk çekmezdi gibi geliyor… Ama ehliyet olayını kursa gitmeden de hallederim, zaten klasik sorular soruyorlar, gözüm kapalı yaparım şeklinde düşünen birisiysen, bir gün yola çıkarsın ve tekerleğin patlarsa, o zaman kendi başına o tekerleği tamir etmen gerekir (Hayatboyu Öğrenme)…


Artık ‘öğrenme’yi öğrendiğimizi düşündüğümüz sırada diğer oturumda bulduk kendimizi: “ Öğrenmeyi Öğrenmek ”…  Yani biz bu oturumda ‘öğrenmeyi öğrenme’yi öğrenecektik. İlginç… Özgür elinde üç topla geldi. Slayt hazırlamıştı bizim için, slaytın başlığı ‘Üç Top Çevirme’… Başladı bize üç top çevirmenin püf noktalarını anlatmaya. Ben zamanında 3 top çevirmek uğruna kilolarca portakalı ziyan etmiş biri olarak üç top çevirme oturumunu ilgiyle izledim. Ve sonunda püf noktasını öğrendim…  Özgür’e hediye edilmiş toplar da bu püf noktalardan birisiydi benim için. Ve sonunda öğrendim nasıl çevireceğimi ve bana öğrenmeyi öğretmiş oldular. Sanırım öğrenmeyi öğrenme de böyle bir şey :)) (Yanlışım varsa düzeltin lütfen :))



Güzel bir öğle yemeğinden sonra artık youthpass’ı daha yakından tanımak adına oturumlar planlanmıştı. İlk olarak youthpass alındığında ne gibi avantajları olacağı ve youthpass ile karşılaşan şirket, kurum, kişilerin ne düşünmesi gerektiği konularına değinildi. Kısaca ‘tanınırlık’ bu oturumun konusuydu. Peki ama neydi bu tanınırlıkYouthpass düzenlenirken katılımcının kendi kendine doldurmasına özel gösteriliyordu. Bir nevi kişinin kendi kendini değerlendirmeye tabi tutmasıydı. Bunun bir çok avantajı vardır. Hem kişi kendi bilgisini değerlendirerek ne öğrendiğini belgelendirebilecek, hem de organizasyonu yapan kişi bu değerlendirmenin amaçlar doğrultusunda mı yoksa amaçlanandan farklı mı olduğunu kritik edebilecektir… Eğitmen büyük bir özenle yardımcı oldu, katılımcı büyük bir özenle doldurdu bu formu, peki ama ‘anlaşılmak karşındakinin anlama sınırı kadardır’ deyimi de göz önüne alındığında, karımızdaki kişi youthpass’ı anlamadığı sürece youthpass’ın etki çerçevesi yok olacaktır. İşte tanınırlık burada devreye giriyor. Avrupa’da çok daha yaygın kullanımı olan youthpass hakkında maalesef birçok kuruluş haberdar değil. Eğitimin temel amaçlarından birisi de çevremizdekilere youthpass’ı anlatarak tanınırlığını arttırmaktır. Daha bir çok çalışma yapılabilir. Hem zamanla olacak bir şeydir. İnsanların anlamaları için biraz beklemek, çok çok anlatmak gerekir.



Ve tanınırlığı tanıttığımıza göre aslında eğitimin benim için en can alıcı noktasına gelebiliriz… 8 Anahtar Yeterlilik… Onur sahnede… Başlıyor duvara 8 farklı ve spesifik yeterlilikleri yapıştırmaya… Oldum olası anlamadım diye içimden geçiriyorum. Tamam bunların isimlerini biliyorum da, eee sonra, oluyorum kendi kendime… Sonra Onur düşüncelerimi okumuş gibi, bizi gruplara ayırıyor ve her bir yeterliliğin önünde durup, belirli bir zaman düşünmemize izin vererek, bu yeterliliklerin altındaki boşluklara yazılar yazmamızı istiyor. İşte bu sırada, gruptakilere soruyorum ‘Nedir? Ne yapılır bilemedim ben :)’…  Başlıyorlar anlatmaya… Ben bu yeterlilikleri kendime şöyle tanımlıyordum. Hatta eskiden kendime nasıl tanımladığımı yazmaya çalıştım ama bulamadım. Başlık-Alt başlık ilişkisi kurmaya çalıştım, kelimelere dökünce daha da saçma oldu :) Ama aslında bu yeterlilikler öğrenmenin bir aracıymış. Projelerimiz süresince belirli olaylarla karşılaşırız. Bunlar sonucunda bizler bir şeyler öğrenir veya önceden yetersiz olduğumuzu düşündüğümüz bir konuda kendimizi artık aşmış, o sorunu çözmüş ya da karşımızdakini anlamış hissederiz. İşte bu gibi durumlar bizi 8 Anahtar Yeterliliğe yönlendirir. Belirli başlıklar altında toplayarak aslında neyi öğrendiğimizi gösterir. Bir nevi bize kolaylaştırıcı görevi görür.  Kategoriler halinde birleştirip, büyük pencereyi görmemizi sağlar… 

İşte bu anlatılanlardan anladığım kadarıyla, Onur’un bize düşüncelerimizi yazmamızı istediği boş kağıtlara aslında yine yeterliliklerimizi yazmamız gerekiyormuş. O başlıklar altta yazılanları kapsar nitelikte oluyormuş. Örnek olarak Yabancı Dilde İletişim Kurabilme yeterliliğinin sağlanması için (Alıntı yaparaktan…) yabancı dilde okuma-yazma, yabancı dili konuşma-dinleme yeterliliklerinin sağlanması gerekmektedir.

Bu 8 Anahtar Yeterliliği ve hangi soruları sorarak hangi yeterliliğe ulaşacağımızı sıralamak gerekirse;

1.       Ana Dilde İletişim Kurabilme (Kendi Dilimi Ne Kadar Verimli Kullanabiliyorum? / Bu Dili Kullanabilmem Hangi Fırsatları Yaratır? / Anadilimi Gençlik Programlarında Nasıl Daha Etkin Kullanabilirim )

2.       Yabancı Dilde İletişim Kurabilme (Yabancı Dili Kullanmada Ne Düzeyde Başarılıyım? / Bu Dili Kullanırken Ne Tür Zorluklarla Karşılaştım ve Nasıl Üstesinden Geldim ? / Yabancı Dilimi Gençlik Programlarında Nasıl Daha Etkin Kullanabilirim)

3.       Toplumsal, Kültürlerarası ,Sosyal, Aktif Vatandaş Yeterliliği (Diğer Kültürler Hakkında Neler Öğrendim? / Başkalarıyla İletişimde Nelerde Başarılıyım? / Grup Çalışmasında Ne Tür Zorluklarla Karşılaştım ve Nasıl Üstesinden Geldim?)

4.       Matematiksel Yeterlilik ve Fen/Teknolojide Temel Kazanımlar (Rakamsal Becerilerime Ne Zaman İhtiyacım Olur? / Ne Tür Problemlerle Karşılaştım ve Nasıl Çözdüm? / Problem Çözme Yeteneğimi Gençlik Projelerinde Nasıl Geliştirebilirim?)

5.       Dijital Yeterlilik (Ne Tür Bilgi Kaynakları Kullanıyorum? / Projeden Önce İnternet ve Bilgisayarı Kullanıyor muydum? –Gerçek Anlamda- / Başka Bir Ülkede Olmak Bu Alanda Yeni Neler Öğretti?/ Gençlik Projelerinde Dijital Yeterliliğimi Nasıl Geliştirebilirim?)

6.       Girişimcilik (Fikirlerimi Ne Zaman Uygulamaya Koyarım? / Risk Alır mıyım? Ve Bunlardan Bir Şeyler Öğrendiğim Olur mu?  Gençlik Projelerinde Girişimcilik Yeterliliğimi Nasıl Geliştirebilirim? )

7.       Kültürel İfade (Başka Kültürler İle İletişimde Bulunmayı Ne Kadar İstiyorum? / Yeni Yerleri Gezerek Neler Öğrendim?)

8.       Öğrenmeyi Öğrenme (Projeye Katılmaktaki Amacım Neydi? / Bilinçli Katılım İçin Neler Yapabilirim? / En Çok Hangi Faaliyetlerden Neler Öğrendim? )***


*** Öğrenmenin Hedeflenen Değişimle Gerçekleştirilebilmesi İçin Uygun Yöntem Keşfetme Durumu olarak açıklamaya çalışmış katılımcılardan birisi, bu durumu… Hoş 3 defa okudum her defasında farklı anlam çıkartmayı başardım…

Eğitimin sonuna doğru ise nasıl Youthpass hazırlanır’ın üzerinde duruldu. Aslında www.youthpass.eu sitesinde gayet açıklayıcı bir şekilde anlatılıyor. 

Bu kez Youthpass’ı projemde uygulayacak, öncesinde buna göre plan yapacak kadar bilgilenmiş hissediyorum… Başka bir Youthpass Eğitimi’nde sizinle birlikte olmak güzel olurdu ama sınırımı zorlamadan yazıma son vermek en güzeli olacak sanırım.

Eğitimde emeği geçen ‘mutfak’ ekibine ve hazırlanan ‘yemeği’ yemek için iştahlı olan katılımcılara çok teşekkür ediyorum.

Haberleşmemizi facebook üzerinden devam ettirmek dileğiyle…