üdopara

23 Kasım 2012 Cuma

Gezmece - Tozmaca " OKUYAN DA BİLİR AMA KOKUSUNU ALAMAZ"

"Sokakta hayat var ve Okuyan da bilir ama kokusunu alamaz."
Bana çok şey anlatan iki cümle. Beni yollara düşüren, bilinmezliklerin cazibesine doğru yönelten ve harekete geçiren iki anlamlı cümle...
Kaynak Mühendisliği kursuna gitmeden önce kendime bir plan çizmiştim. Önce Kaynak Mühendisliğini bitirecek, sonra yıllık izin alacak ve hemen arkasından da askere gidecektim. 
Planımın ilk aşamasını başarıyla bitirdim. Sıra geldi yıllık izine... ve onu da almayı başardım. Önümde 20 koca gün vardı. Ne yapılabilirdi ya da ne yapılamazdı ki?

Hemen kendime bir plan çizdim. 
Planı yapmamda en büyük etkiyi trenle gidilecek bağlantılı illerin seçimi yaptı diyebilirim. Permi hakkım vardı. Yılda iki kez istediğim şehire tren ile ücretsiz gidip, gelebilecektim. Ben de iki ana durak olarak İzmir ve Adana'yı seçtim. Ara duraklara da Eskişehir, Balıkesir ve Kayseri'yi yazdım. Araya Tokat'ı da sıkıştırdım. 
Şöyle uzaktan baktım plana; güzel ama çok yorucu bir plandı. İlk aşamada planımdan korktuğumu itiraf edebilirim. Ama sonra korkumun heyecana dönüştüğünü gözlemledim. 

Seyahatnameme, bavuluma konulacak kritik eşyaları yazdım. Alınacak her şeyi aldım ve yola çıktım. 
İlk durak Eskişehir...
Öğrenci şehri diyebilirim. Etrafınızda sadece kendi dünyasıyla ilgilenen, sizi zorlukla fark edebilecek insanlar dolu olacaktır. Eğlenme, müzik dinleme, gezip görme, kitap okuma, içme konusunda tercih edilebilir bir şehir. Yer yer tarihi yapıların yer aldığı, yer yer modern AVM'lerin boy gösterdiği modern bir şehir. Hele de yürüyerek gezme alışkanlığınız varsa, hayatınızda bu kadar düz bir şehir bulamazsınız. Son olarak çiğ börek yemeyi unutmayın papağanda...
Sonraki durak Balıkesir...
Sabahın erken saatlerinde gelen tren beni şehrin en sakin zamanına bıraktı. Yürüyerek çarşı denilen merkeze ulaşabilirsiniz. Oralarda kısa bir tur atıp gezilecek yerleri gezdiğinizde geçen zamanın sadece 45 dk olduğunu göreceksiniz. Çok fazla seçeneğiniz yok Balıkesir'in merkezinde. Hatta insanların size yabancısayan bakışlarının sizi rahatsız etmesi ve kaba davranışları sizi yeterince rahatsız edecektir. Merkezde çok durmadan Gönen'e gittim. Gönen küçük bir yerdi. Küçüklüğünün nedeni sanki etrafı denizle çevriliymiş de yerleşim yeri kuracak kısıtlı alan varmış gibi bütün evler iç içe yapılmış, yollar dar ve insanları çok kaba. Yabancı olduğunuzu fark etmeleri çok zaman almayacak ve buralarda ne arıyorsun bakışlarını üzerinize dikeceklerdir. Gönen'in benim için farklı bir anlamı vardı. Hissedip geldim diyebilirim :)
Balıkesir ile ilgili anlatmak istediğim bir anım var. Gece saat 23:00. Gönenden döndükten sonra kalacak bir yer aradım. Otelleri gezdim. Ya otelde kalacak yer yoktu ya da otel fiyatları pahalıydı. Otel bulamayınca aklıma Gülşah'ın sözü geldi " Evsizler gibi sokakta yatmak ve onların hissettiklerini hissetmek istiyorum". Benim dışarıda yatma tecrübem vardı ama çok uzun zaman önceydi. Anılarımı tazelemek için iyi bir fırsattı. Trenim sabahın 5'indeydi. O saate kadar Balıkesir Garı'nın bekleme salonunda bekleyebilir ve uyuyabilirim diye düşündüm. Bekleme salonu boş gibiydi. Bir - iki evsiz vardı o kadar... 

Bavulumdaki iki yastığı ve battaniyeyi çıkardım. 2 gündür doğru düzgün uyumadığım için uyumaya koyuldum. Güvenlik görevlisi geldi ve " Burada uyumak yasak " dedi. Çok uykusuz olduğum için "Tamam" dedim. Düzeldim. Gidince tekrar uyudum. Sonra tekrar geldi. Sonra bir daha daha geldi. Uykusuzluğun verdiği agresiflikle olayı anlamaya çalışarak sordum " Neden uyumak yasak ki? Sabah 5'e kadar imkanı yok uyumadan duramam". Aldığım cevap " Emir var, uyumak yasak". Bu kadar anlayışsızlık olur mu ya? Yani kendileri istedikleri gibi içeride kestirsin ama bizler uyumaya kalkınca emir var desin. Hiç mantıklı değildi. Emiri görmek istediğimde ise bana gösterecek bir emir bulamadı. Hakkımda işlem yapacağını söyledi. Ben de kimliğimi uzattım. Sonuç olarak hakkımda tutanak tuttu ve sonra rahatsız etmediler. Keşke en başında tutanak tutmalarını sağlasaydım. Uykum bölünmemiş olurdu o zaman.
Neyse bu kötü tecrübeden sonra sonraki durak İzmir...
İzmir harika bir şehir. Eskişehir gibi düzlük. İnsanları çok kibar. Kadın popülasyonunun fazla olmasından kaynaklı olsa gerek insanların bakışları rahatsız edici değil. İster yabancı olun ister yerlisi, kendinizi huzurlu hissedebilirsiniz. Balıkesirin soğuk havasından sonra İzmir cennet gibi geldi. Kordonun rüzgarlı havasının yanına gökyüzünün sürprizleri de eklenince harika bir manzara eşliğinde gezebiliyorsunuz. Gökkuşağına doğru yürümek de bonusu oldu denilebilir. İzmir'i yürüyerek gezmeniz mümkün değil ama yorulana kadar gezebileceğiniz güzelliğe sahip. Asansör gibi yüksek bir yere çıktığınızda ise İzmir manzarasını izlemeye doyamayacağınıza eminim. 
Karşıyaka'nın sahil kenarı ise midye yemek, liseli aşıkları izlemek, güneşin batışına tanık olmak ve sakinliğin huzurunu tatmak için size yardımcı olabilir. Gece olduğunda kordonda midye-bira yaparsanız eğlencenizin seviyesini yükseltebilirsiniz. Olmazsa olmazlardan birisi de küçükpark taraflarında Aynalı büfede Karışık yemek olmalı.
Doya doya yaşadığım İzmir günlerinden sonra geri dönüş yoluna koyulmuştum. Sonraki durak Ankara idi.
Ankara'da çok kalmadan Tokat'a yol aldım. 
Tokat, aradan geçen 10 seneye rağmen kendini ve özelliklerini koruyan bir şehir. Hala muhafazakar ve bastırılmış içsel düşünceler mevcut. Toplum baskısı hala kendini en derinden hissettiriyor. Gelişen tek şey binalar. Sürekli inşaat yapmışlar ve yeni villalar yapmışlar. AVM açmışlar. Bunun yerine bilinç düzeyini arttırmalarını tercih ederdim. 
Tokat'ın her şeyine rağmen orada geçirdiğim zamanlarda görüştüğüm insanların benim için çok değerli olması saydığım her şeyi unutturmaya yetti. Güzel zaman geçirdim ve tadını çıkardım diyebilirim. 
Burada da anlatmak istediğim bir anım oldu: 
Sevilay'ın evinin oralarda gezinirken telefonla oyalanıyordum. Adamın birisi yolumu kesti: " Selamünaleyküm" Adamın selam vermesine bakıp Müslüman sanmayın. Sonraki konuşmaları dinleyin hele... " Bi cigara versene..." dedi. Sigara kullanmadığımı söylediğimde " O zaman 2 milyon ver" dedi. Cebimde bozuk paralar vardı ve aklımda iki seçenek. Ya o adamı orada dövüp yoluma devam eder ve benden sonrakilerden haraç kesmesini engelleyebilirdim ya da para verip yoluma devam edebilirdim. 2 TL için kavga etmeye değmez diye düşündüm. Elimi cebime atıp 1.25 TL çıkartıp uzattım. " Bu yetmez 750 bin daha ver" dedi. Olmadığını söyledim cebimden gelen bozuk para seslerini duyduğunu bilerek. Sonra fazla üstelemedi. Ben de çektim gittim yanından. Hayat böyle bir şey. Ortaokul döneminde bizim haraç kestiğimiz yerde bizden haraç kesmişlerdi. İlginç olan ise bu tercihimin bana yaşlandığımı hissettirmiş olmasıydı.
Tekrar Ankara'ya döndüm. Adana yolculuğu için hazırlanmam gerekiyordu. Dinlenip bavulumdaki kirlenen kıyafetleri temizleriyle değiştirdikten sonra Kayseri Trenine bindim. Sonraki durak Kayseriydi...
Kayseri aslında sanılandan daha büyük bir şehir. İnsanların bakış açılarının dar olmasından dolayı şehrin küçük olduğu izlenimi bırakılmaktadır. Fakat yürümeye başladığınızda şehrin gezilecek çok fakat görülecek az yerinin olduğunu anlayacaksınız. Güzel taraflarından birisi tarihi binaların korunmuş olması ve şehir merkezinde sergileniyor olmasıdır. Saatlerce yürüyüp çeşitli mekanları görebilirsiniz. Şansınıza şehirde yokuş veya sizi zora sokacak dik yerler yok. Mantı yemeden gelmeyin sakın. Misafir olduğum evde yediğim şahane mantıyı yiyemeyeceksiniz ama satın alabileceğiniz yerlerdekilerle de idare edebilirsiniz. İnsanları genel olarak içine kapanık ve dar görüşlü. Akşam 8'den sonra dükkanlar kapanmaya başlayacaktır. Apaçiler yolda kızlara sesli olarak laf atacak ve size dik dik bakacaklardır. Onları sallamadığınızda zararsız hayvanlar olduklarını göreceksiniz. 
Artık Adana'ya doğru yola çıkabilirdim. Sonraki durak Adana...
Adana gereğinden fazla büyük ve gereğinden fazla sıcak bir şehir. Kayseri'de üşümekten hasta olacakken Adana'ya gittiğinizde üzerinizdeki fazlalıkları atabilirsiniz. Adana merkezi ( Küçüksaat, Çetinkaya felan) inanılmaz yoğun sokaklar. İnsanlar bildiğiniz üst üste yürüyor. Yürüyüş yolu ve araç yolu gereğinden fazla dar ve Adana halkı bir anda oralara doluşuyor. İnsanları " işte Adana'lı" diyebileceğiniz şekilde. Yani hakkını veriyorlar. Her telden insan var. Eğer Adanalı birisine yol tarifi soracaksanız bir daha düşünün. Çok başarılı değiller adres tariflerinde. Sizin zaten bildiğiniz bir yeri sorduğunuzu sanıyorlar. Hatta sesinin tonunda " bah hele nasııı bilmessin orayı " der gibi bir ima bulacağınıza eminim. En komik olay ise Adanalı ağzıyla cevap vermesini beklerken o kişinin İstanbul ağzıyla cevap  vermesi ( adam İstanbullu olduğunu söylüyor) ve bu cevabın size çok yumuşak gelmesidir. 
Kebap, şırdan ve şalgam denemeden dönmeyin sakın. Ha bir de kışın sakın bici bici yemeyin. Bici bici isterseniz sizin acınası bir yabancı olduğunuzu anlayacaklardır.
Gezilecek ve görülecek çok yeri olan Adana'ya gidiyorsanız mutlaka araba kiralayın. Zira gezebilmeniz için araba şart. Köprüleri, Seyhan'ı, Üniversiteyi, Sevgi Adasını da görün gelin. :)
Sonraki durak Kahramanmaraş...
Kahramanmaraş'a gitmeyene Maraş'ı anlatmak zordur. Öncelikle şunu unutmayın orası Akdeniz Bölgesinde yer alıyor. Güneydoğu Anadolu'da değil. :) Şehir aslında iki bölümden oluşuyor. Bir bölümü tarihin kol gezdiği, dönülen her sokağın, her yapının bir anısının olduğu, modern fakat tarihi taraf... Diğer bölüm ise sonradan oluşturulan yerleşim yerleriyle sadece apartman ve AVM'lerden oluşan taraf. Her iki tarafını da ayrıntılı gezme şansına sahip olabilirsiniz ama size önerim tarihi yerlerin ( Sütçü İmam, Ulu cami, Abazalar, Tekelerin bölgesi, Kapalı Çarşı, Ermenilerin eski sokağı, demirciler çarşısı, Bakırcılar, kale  vs.) yaya olarak gezilmesi ve diğer yerlerin araba ile gezilmesi...
Kahramanmaraş yakın tarihi en yakından yaşayan bir şehir. Bağımsızlığını dini inancıyla kazanmış, liderlerin imam veya din adamı olmasından kaynaklı olarak İslam'ı layıkıyla yaşamaya çalışan, yabancı müziğe hoş bakmayan, İslama inanmayanları ayıplayan bir şehir. İnsanları hoşgörülü, yardım sever ve içten. Bir o kadar zıttı olan insanları gözlemlesem de etkileşimde bulunmadığım için net bir şey söyleyemeyeceğim. Kahramanmaraş'a gelecekseniz ya mangal takımınızı yanınızda getirin ya da ödünç alabileceğiniz birilerini bulun. Yemek kültürüne düşkündürler ve şehrin belirli yerlerine mesire alanları yapmışlardır. Küçük bir alandan bahsetmiyorum. Gayet büyük alanlar topluluğundan bahsediyorum. Mangal sonrası Maraş Dondurmasını yemenin tadına da varabilirsiniz. Eğer dondurma satın alacaksanız  "Ede yarım kilo dondurma verin mi" derseniz sizin yabancı olmadığınızı düşünebilirler. ( Ede= Ağabey demek Maraşcada :))

Harika anılarla, ilginç hatıralarla yoluma devam ettim ve Ankara'ya geri döndüm.

Bu gezmece-tozmaca bana bir çok şey öğretti diyebilirim. Her şeyden ziyade şehirleri kokladım. İnsanlarını, ortamı, nasıl hayata tutunduklarını, nasıl farklılaştıklarını, farklılıkların nasıl ortaya çıktığını vs.vs.

Çoğu zaman yoluma Yalnız devam ettim ama her şehirde gördüğüm arkadaşlarım, dostlarım, değer verdiğim insanlar vardı. Eskişehirde: Mustafa, Ceyhun, Alişan, Dilber, Gözde, Ayla, Hande... Balıkesirde: Çağla... İzmirde: Asu... Kayseride: Merve... Adanada: New, Tanker, Sevgi, Gözde... Maraşta: Yavuz'un babası, annesi, abisi ve yeğeni... Tokatta: Ati, Muratcan, Ramazan, Kemalettin hoca, Mücahit...
Hepinize sonsuz teşekkürler. Gerçekten büyük bir keyifti.

Şimdi hayat yolunda gitmeye devam edecek ya, işte bu günler hatırımdan silinmeyecek. Öğrendiklerim hayatımı devam ettirmemde ve aydınlanmamda bana yardımcı olacak. Sizler uzakta yaşayan yakın dostlarım olmaya devam edeceksiniz. 

Son söz: 
Gezmek yeni bir sayfaya bir şeyler çiziktirmek gibidir. Hayal gücünüze bağlı olarak değişir ne çizdiğiniz. O an karşınıza ne çıkarsa onu çizersiniz. Farklı ve tarafsız olmak için de farkı ve tarafları iyi tanımanız gerekir. İnsanlar değişik yaratıklardır. Seyahat ettiğinizde insanların davranışlarının iklimlerin değişmesi gibi değiştiğini göreceksiniz. Dengeleriniz sarsılacak ve insanları anlayacaksınız. 
Hala nefes alabiliyorken kıçınızı kaldırıp gezin, görün, okuyun ve hissedin. Tabi ki imkanlarınız dahilinde... 
Hem kaç defa geleceksiniz ki dünyaya...
Aşkla kalın, yeni pencerelere olan inancın aşkıyla...



6 Haziran 2012 Çarşamba

Gönüllülük Çalışmalarım " SEN GELECEKTEKİ BENSİN ( SGB) PROJESİ"

"Hayal et, önündeki engelleri kaldır, hayalinin gerçeğe dönüşeceğini göreceksin..."

Sen Gelecekteki Bensin Projesine başlarken aklımdan tam olarak geçen kelimeler bunlardı. YGA'nın bir konferansında Sinan Yaman söylemişti. Amacı biz gençleri ivmelendirmek, durağanlıktan ve olağanlıktan çıkarıp bambaşka dünyalara, bambaşka serüvenlere sürüklemekti.

Sürükledi de...

Her şey bir anda gelişti. Ön hazırlığını yaptığım bir düşünce, bir tohumdu SGB Projesi. Her şeyden önce ihtiyaçtı... 

Her sene yüzlerde 'kardeşim' Yetiştirme Yurdu'ndan, 18 yaşını doldurduğu için ayrılıyor, hayata atılıyor. Hiç düşündünüz mü bu gençler nereye gidiyor, neler yapıyor, nasıl yaşıyor?! Ya da şöyle sorayım, bize yolumuzu gösteren, ileriye bakmamızı, ileride gördüğümüze ilerlerken çizmemiz gereken yolları kafamızda oluşturmamıza sebep olan şey nedir? 

Vizyon!!

Bizler hayatlarımızı hep ileriye küçük hedefçikler koyarak ilerletip bu aşamaya getirdik. Lise bitsin, Üniversite sınavı kazanılsın, iyi bir üniversite olsun, güzel ve açık görüşlü sevgilim olsun, mutlu olayım, mutlu edeyim, eğleneyim, şunu alayım, bunu yapayım vs.vs...

Vizyon çakıl taşlarını görmeye başladığımız bir olguydu. Vizyon hayata tutunduğumuz, pes etmemize izin vermediğimiz dayanağımızdı. Vizyon 'Gelecekteki Bizi' gördüğümüz dev aynaydı....

Vizyonsuz bir genç hayal edin, 18 yaşına yeni basmış. Hormonları ile düşünen, farklı bakış açısından ziyade öğretilmişliklerle yol alan, en büyük sorunu temel ihtiyaçlarını karşılamak olan bir genç... Temel ihtiyaçlar karşılanmadığında artık dünyanın tüm renkleri griye çalmaya başlayacaktır. Tüm hareket durağanlaşacak, mideden gelen gurultu düşünce sistemini etkileyecektir: " Bir şeyler yapılmalı..."

İşte o bir şeyler kelimesi o kişide, o gençte, farklı beyin loblarına hitap edecektir. Kendince çözüm üretecek, kendi yolunu çizecek ve her zaman yaptığı gibi yine kendi ayakları üzerinde kalacaktır... Yerlebir olan hayatına bakmaksızın...

Bunları hayal etmek çok zor değil. Her gün saat 19.00 ile 20:00 saatleri arasında televizyonun karşısına geçin, kumandayı elinize alın ve kanalları gezmeye başlayın. Unutmayın orada yer alan haberler filtreden geçmiş, Devletin belirli organlarına zarar vermeyecek hale getirilmiş, uygun ustrup bulunmuş şekilde servis edilmiştir. 

Bakmak ve görmek dedikleri noktada sıkıştığım bir dönemde fark etmiştim bu ihtiyacı... Yetiştirme Yurdu'nda kalan gençlere VİZYON kazandırmak gerekiyor. Vizyon ile hangi okula gideceklerine karar verebilirler, vizyon ile hangi üniversitenin hangi bölümüne gidebileceklerini düşünebilir, düşleyebilirler... Vizyon ile 10 sene sonra kendilerini nerede görmek istediklerini hayal edebilirler... En önemlisi de vizyon ile vizyona giden yolun ilk adımını atmış olabilirler... Engelleri, güzellikleriyle olduğu gibi kabul edebilirler...

Peki, Yetiştirme Yurdu'ndaki gençlere bu konu, Vizyon konusu, nasıl aşılanabilir? Bu gençlerin hayatlarında daha kritik kararlar varken, hayatın anlamı eski önemini yitirmişken, tek gerçekliğin bulunduğu durum olduğunu düşünüyorlarken onlara nasıl vizyon'un önemli olduğunu gösterebilirdik ki?

Güzel bir plan gerekliydi. Sistematik bir çalışma... Birbirinden kopmayan, aksine birbirini destekleyen çalışmalar bütünü olmalı... Kısa süreli olmamalıydı. Çünkü kısa süreli ziyaretlerde  Yetiştirme Yurdu'ndaki gençlerle çok fazla zaman geçirilemiyor, bilgi ve tecrübe paylaşımı gerçekleştirilemiyor. Bu noktada bir başka önemli ayrıntı gün yüzüne çıkıyor: karşılıklı öğrenme ortamı... Yapılan çalışmaların odak noktasında bu kavram olmalı...Yetiştirme Yurdu'nda kalan gence en fazla yakınlaşabilecek kişi yine Yetiştirme Yurdu'ndan çıkmış kişiler olabilir. 

Proje bütçesi de önemliydi. Kaliteli bir projen varsa en önemli ihtiyacın maddi konudur. 

Bütün bu saydıklarımı düşündüğümüzde bizim ihtiyaçlarımıza cevap veren kurum Avrupa Birliği Ulusal Ajansı'nın Gençlik Programıydı. Gençlik Programlarından Eylem 1.2 Gençlik Girişimleri bizim için biçilmiş kaftandı. Tek sıkıntısı düşük bütçeli hibe veriyor olmasıydı. 

Kasım 2011 dönemine başvuru yaptık. aktiF-İz Gençlik Topluluğu olarak. Henüz yeni bir oluşumduk. Topluluk olarak ilk projemiz olacaktı. Kafamızdakileri kağıda döktük fakat uygulama nasıl olacaktı. Büyük bir soru işareti bizi bekliyordu.

Projemiz Ulusal Ajans tarafından kabul edildi. Sıra geldi hummalı bir çalışmanın içinde yer almaya. Önce proje ekibi belirlendi: Başta Eda Ceren olmak üzere,YavuzSS,  Dilek, Burçin, Emrecan, Mehtap, Ali, Mansız, Cansu, Efkan, Ahmet Abi, Kübra, CanCan, Atila, Kemalettin Hoca, Bekir Abi...  Hepsi gönüllü oldu. Hepsi gönlünü koydu ortaya... Başladık çalışmaya...

Uygulama için pilot il olarak Tokat, yurt olarak da Tokat Yetiştirme Yurdu belirlendi. Bunun bir çok nedeni vardı. Her şeyden önce 8 senemi bu yurtta geçirdim. Hayatımın dönüm noktalarını bu yurtta yaşadım ve benim için babadan öte olan insanla, Kemalettin Hoca ile orada tanıştım. Bu yurda karşı gönül borcum vardı. Bunun yanı sıra Tokat Yetiştirme Yurdu'nda kalan gençlerin büyük illerde kalan gençlere oranla daha fazla ihtiyacı vardı bu projeye... Bir diğer önemli sebep ise eskiden birlikte senelerimizi harcadığımız arkadaşlarımla tekrar bir araya gelme şansı yakalayacaktık. Tokat bu proje için en ideal şehirdi... :)

İşte Sen Gelecekteki Bensin Projesi böyle başladı. Amaç olarak gençlere vizyon kazandırmak benimsendi. Bu amaca ulaşmak adına katılımcılar belirlendi. Bu katılımcıların özelliği Tokat Yetiştirme Yurdu'ndan çıkmış olmaları ve kendi ayakları üzerinde durabilmeleriydi. Faaliyetler olarak da üç temel konu belirlendi: " Geçmişe Yolculuk"... Bu konu çok önemliydi. Yurtta kalan ve kalmış olan kişilerin geçmişlerine yolculuk yapıp yaşadıkları güzel anları da hatırlamaları sağlanmalıydı. Bunun yanı sıra ilk etkinlikti; Tokat Yetiştirme Yurdu'nda kalan gençlerin bizleri tanıması ve kaynaşmamız için ilk fırsat... 
" Kimim Ben" konulu etkinlikler... Bu etkinliklerin amacı şu an hangi potansiyeli taşıdığımızı anlamak ve anlatmaktı. Kendini tanımayan gençler geleceğe sağlıklı bakamazlardı. Nihayetinde hayal kurmak ile bu hayale yürümek arasında fark vardı...
"Gelecekteki Ben" konulu etkinlikler... Bu etkinlikler artık projenin son aşamasını oluşturuyordu. Son dediğime bakmayın siz. Aslında biten şeyden çok başlayan şeyler olacaktı. Gelecekte kendilerini nasıl bir insan olarak hayal eden gençler bu hayaline gitmek için hangi yollardan geçeceğini de görebilecekti. Ayrıca Meslek Tanıtımları ile de gençlerin hayal gücü genişletilecekti.

Saydığım bütün etkinlikler tıpkı bizim hayal ettiğimiz gibi gerçekleşti. Hatta zaman zaman oluşan sürprizler ile daha da eğlenceli hale geldi. Katılımcılardan ve seyircilerden gelen dönütler ile de ayrı bir tat kazandı, proje ekibi olarak bizi mutlu etti...

Bu proje ikinci çocuğum gibiydi. KUKLaNLAT'tan sonra yazıp hayata geçirdiğim ikinci proje... 

Ama bu kez daha farklıydı. Çok daha farklı... Bu kez diğer projede görülen eksiklikler giderilmişti. Bu kez beni destekleyen koca yürekleriyle projede görev alan takım arkadaşlarım, aktiF-İz Gençlik Topluluğu ve gönüllü insanlar vardı. 4 aylık yoğun maratona benimle birlikte çıkan ve 4 ayın sonunda benimle birlikte bu mutluluğu paylaşan değerli insanlar....

"Her proje, sonunda yeni proje fikirleri doğurmalıdır" demişti eğitmenin biri bir eğitimde... Öyle de oldu... İnsanların yüzlerindeki o ifade yeni projelere ihtiyaç duyulduğunu, yeni projelerin planlanması gerektiğini hatırlattı bana. Beni motive etti... Şimdi yeni projeler ile devam edeceğim. Projenin planlanmasındaki zorluğa ve/veya proje sonunda üzerime kalan dokümantasyona rağmen :))

TEŞEKKÜRLER... Evet size teşekkür ediyorum aktiF-İz Gençlik Topluluğu... Benimle hayal ortağı olduğunuz için. Benimle bu projede yer aldığınız, kendinizden bir şeyler kattığınız en önemlisi de değerli zamanınızı vakfettiğiniz için...  Atila, ey değerli insan, kardeşten öte insan... Tokattaki bütün organizasyonda aktif yer aldın. İhtiyacımız olduğunda hep oradaydın ve bize yardımcı oldun. Görevin büyüktü ve üstesinden geldin... Tebrik ediyorum kardeşim seni... Seninle çalışmak bir zevkti, bilesin...
Kemalettin hocam; Tokat Yetiştirme Yurdu'ndaki hiçbir hoca etkinliğe katılmıyorken sen oradaydın. Bütün etkinliklerde, etkinlik öncesi ayarlamalarda... Projenin her aşamasında bizimle birlikteydin. Aslında bu proje senin sayende hayata geçti çünkü projeyi yazanı sen yetiştirdin, sen bu hale getirdin... Aynı şekilde seninle çalışmak, bir şeyler üretmek de harika bir duyguydu... Sana da sonsuz teşekkürler... Ve Ahmet Abi ile Bekir Abi... Proje fikrini duyduğunuzda heyecanlandınız. Bize inandınız ve projenin her aşamasında en önde yerinizi aldınız. Yeri geldi katılımcı yeri geldi organizatör oldunuz... Projede emeğiniz büyük... Size de sonsuz teşekkürler... Ayrıca Abi, projenin her aşamasında yer almanın yanı sıra proje hazırlık çalışmalarına verdiğin destekten dolayı sana da sonsuz teşekkürler...  

Ve ÖZÜR DİLİYORUM... Proje sırasında her şeyin yolunda gitmesi için elimden geleni yapmaya çalışırken sizleri de kırdıysam eğer. Tek açıklamam sizleri kırmak gibi bir amacım hiç olmadı. Hiçbiriniz mecbur değildiniz bu projede yer almaya. Bunun bilincindeydim... Eğer en ufak bir kızgınlığınız varsa, affetmeniz için elimden geleni yapacağımı bilmelisiniz... Mumun yanması  ile ormanın yanması arasındaki önemli fark, ormandaki bütün ağaçların yanmasından dolayıdır. Daha güçlüdür... Benim de gücümün kaynağı sizlersiniz...

Offf yine çok yazdım... Tamam tamam artık kesiyorum yazmayı. SGB Projesi artık sonlandı. Şimdi bu gençlerin hayatlarında öğrendiği şeyleri uygulamak ve onlarla birlikte zaman harcayarak yeri geldiğinde müdahale etmek görevimiz haline geldi. Yetiştirme Yurdu'ndan çıkanlar olarak Yetiştirme Yurdu'ndaki gençlerin abileri, aileleri bizleriz. Onları bizden daha iyi anlayan olamaz. Bunun bilincinde olalım... Eğer birlikte hareket edebilirsek ( belirli amaçlarla, belirli hedeflerle, ne yaptığını bilerek) bu ailede kimse sıkıntı yaşamaz. Türkiye'de kimse sıkıntı yaşamaz... 

Son sözüm de budur...