üdopara

17 Ocak 2016 Pazar

Yol Açık #yolacik | DÜSSELDORF - BRÜKSEL - AMSTERDAM (YOLCULUK İÇERİR)


| SEYAHAT HAKKINDA GENEL BİLGİLER

19 - 26 Aralık 2015 tarihleri arasında yurt dışındaydım. Rotam Düsseldorf - Brüksel (Brugge) ve Amsterdam'dı.

Seyahatime başlamadan önce rotanın birbirine yakın olmasına, ulaşımın kolay sağlanmasına ve görülecek yerlerin kalitesine dikkat ederek  bir plan yaptım.

Ankara'dan İstanbul aktarmalı Düsseldorf uçak biletini (Pegasus) ve dönüşte Amsterdam'dan yine İstanbul aktarmalı Ankara biletimi aldım (Pegasus).

Düseldorf'a 2 gün, Brüksel'e 1 buçuk ve Amsterdam'a 2 buçuk gün ayırarak bir plan yaptım.

Ülkeler arası otobüsle geçiş yaptım. DB BAHN ile Brüksel'e, Meinfernbus Flixbus ile Amsterdam'a geçtim.

Gittiğim her ülkede hostel buldum ve Düsseldorf'ta Düsseldorfer Appartment,  Brüksel'de Brxxl 5 City Centre Hostel'de ve Amsterdam'da A&O Amsterdam Zuidoost hostel'de kaldım.A&O Hostel idare ederdi ama diğer iki hostel tercih edilebilir. Fiyat, kalite ve merkeze yakınlıkları idealdi.

Nerelere gittim, neler gördüm, neler hissettiğimi öğrenmek için okumaya devam edebilirsiniz. Tembeller ve edindiği bilgiyi yeterli bulanlar videoyu izleyip olaysız bir şekilde dağılabilir.

:)





| DÜSSELDORF YOLUNDA

Ayakların götürmez seni bir yerlere, meraklı zihnin ve yenilik tutkundur  taşıyan seni...

Yine yollardayım. 

Hava alanında, kahve dünyası insanlarıylayım. Dünyadan izole bir hayat var burada. Ne otobüs terminallerinin bir yere ulaşma telaşı, ne de yoğun insan konuşmaları... Hafif bir müzik işliyor beyinlere, sakinliğini sağlamışlara.

Age ye rooz tadında...

Bilinmezliklerin kapılarını aralayacağım birazdan. Bu izole ortamdan kopup, dilini, dinini, bakış açısını, sevgisini, nefretini, alışkanlıklarını, kültürlerini bilmediğim ortama uçacağım.

Ülke insanları kucaklar mı? 

Ben insanlığımla sarılmaya gideceğim. Pasaportların ayıramadığı aidiyetle, çalacağım kapıları birer birer. 

Bilindik ülkelerde, hangi kapıyı çalsan, çeşit çeşit insan çıkar. Bilinmedik ülkelerde de çeşitliliği göğüsleyerek çalacağım. 

Açan olur mu kapıları bilinmez?!

Bağımsızlığını ilan eden bir ülke gibi heyecanlıyım. Nasıl olmayayım ki... Sınırların sınırlamadığı bir bedenim, kendimi ait hissettiğim bir dünyam var. 

Düşüncelerimi takip edemeyecek kadar yaşlanmadığım, ihtiyaçlarımı karşılayacak kadar param ve akıp giderken seyretmeye kelepçelendiğim zamanla bir sıkıntım yok.

Para, enerji ve zaman ücgeninde, ağırlık noktasındayım. Nasıl mutlu olmayayım!

Birazdan Almanya denilen, ön yargıların göbeğine olacak yolculuğum. Burada hayatımın belli noktasında etkileştiğim arkadaşlarımla buluşacağım. Oradan Belçika'ya gidip Atomium'u ziyaret edip midye, waffle, patates kızartması tadıp, Hollanda'ya yollanacağım. 6 gece konaklayacak 7 gün kalacağım.

Birçok sitede, birçok araştırma yaptım. Gezimanya, Tripadvisor vb.

Şimdi onları gerçek yapacak, gezecek ve hatıra oluşturacağım. 

Geleceğe not düşecek, gelecekte hatırlyacağım.

Sabiha Gökçen'de, Kahve Dünyası'ndayım. Gözlerimi kapatıp İstanbul'u dinleyemiyorum belki ama düşlerime yakın olmanın heyecanını yaşıyorum, derinden...



Zaten söylenen birçok sözün dili, yaşanmış birçok anının bedeni olacağım. Tekrarlayan sistemlerin oyuncu değişikliğiyim

Deri değiştiren birçok bedendaşıma selamlar...

| DÜSSELDORF'TA İLK TECRÜBELER



Ucağın yarım saatlik gecikmesinden sonra Düsseldorf International Airport'a ulaştım. 

O Daha Çocuk kampanyasında tanıştığım ve Almanya'ya yerleşmeye karar veren Kadir ile buluşmak için sözleşmiştik. 

Beni havaalanından aldı ve 6. perondan trene binerek Dusseldorf HBF istasyonuna doğru yok aldık.

Trene binmeden önce 1.6 euroya bilet almıştık. Trende tesadüfen kontrolöre denk geldik ve bileti görmek istedi. Bileti gösterdiğimizde 'Bu biletin çocuk biletidir. Yetişkin bileti almanız gerekiyordu' dedi kondüktör.

Şok olduk! 

60 € ceza ödememizi söyledi. Yarım saatlik ikna sonucunda ancak yeni bilet almaya ikna ettik ve ceza kesmeden bıraktılar (kontrol eden kişiye özellikle ilk defa geldiğinizi, bilet sisteminin yeterince açık olmadığını ve biletin parasını ödeyerek hemen yetişkin bileti alabileceğinizi söyleyin. Yoksa 60€ ceza yemeyi göze alın bence.).

Maceralı başlayan gezimde Kadir ile Dusseldorfer Appartment'a gidip check-in yaptırdık. Pasaport olmadan check-in yapmaları ilgnçti.

Hava kararmak üzere olduğu için Steinstasse üzerinden Königsalle'ye uğrayarak Rhine Tower'a  gittik. 6 € kişi başı ödeyerek Düsseldorf'u panoramik olarak seyrettik.




Şehir manzarasına ve güneşin doğuşuna nazır muhabbet ettikten sonra Rhine river kıyısında  Rheinwerft boyunca yürüdük. 

Burgplatz tarafına christmas dolayısıyla dönme dolap ve christmas market açılmıştı. 

Biraz gezdikten sonra bir şeyler yemek umuduyla bir yer aradık ve Altstadt ile Burgplatz arasında 3 tur attık. En sonunda Land of Young'da burger yemeğe karar verdik. Lezzetli ama pahalıydı. 

Füchschen Alt'da da alt beer denedikten sonra christmas market'den whülwein (hot wine) alıp basamaklara oturarak muhabbetimize devam ettik. 

Gecenen ilerleyen zamanlarında Kadir'i Dusburg'a uğurladım ve  günün yorgunluğunu hotelde küvet keyfi yaparak attım. :)

Bir sonraki gün sabah erken kalkıp SchauspielHaus üzerinden parkı geçip Tonhalle'ye ulaştım. Köln'e gitmeyi planladığım için Vivaldi eserlerinin konserini kaçırdığıma üzüldüm. 

Nehrin karşı tarafında şehrin farklı bir yerleşim alanı bulunuyordu. Manzara beni etkilemişti. Apartmanların renkleri, yerleşimi, sakinliği... 





Rüzgarlı köprüden karşıya geçerek tarihi evlerin manzarasını doya doya seyrettim. 

Karşıya geri geçip Christmas Market'ten yiyecek bir şeyler alıp Königsalle'ye uğradım. Burası çok övülen alış-verişin merkeziydi. 

Ani bir kararla Köln'ü ziyaret etmeyi planıma dahil ettiğim için yavaş yavaş Düsseldorf merkez tren istasyonuna gittim. Köln için bileti aldım ve çift katlı tren ile Köln'e geçtim.

Köln Katedralinin yanındaki merkez istasyonunda indim. Katedralin büyüklüğü, işçiliği ve ihtişamı beni çok etkiledi. Etrafını dolandığımda christmas marketin her yerde olduğunu fark ettim.




Kristina ve Ilorian ile benim bir kafe sandığım ama sonrasında bölgenin adı olduğunu öğrendiğim Belgisches Viertel de buluşmak için yollandım. Sonra yine kafe sandığım Rudolfplatz'da otobüs duragında buluştuk :) Hotel, kafe tarzı yere gittik. Orada biraz takıldıktan sonra Belgisches Viertel tarafında Christmas Markette hot wine alıp muhabbet ettik.

Kısa süre sonra Kristina erkek arkadaşı ile gitti ve biz İlorian ile Köln sokaklarında turladık.

Früh diye bir mekan (1904 den beri acik)da  Patates çorbası ve oraya has bira içtik.

Düsseldorfa geri dönme zamanı gelmişti. 

(Yazıyı yine küvette yazıyordum. Sonra biraz uyuyup dinleneyim dedim.)

|(UYUYA KALDI) :)

Dün gece yarım saat dinlenip sonra şarap içmeye gidecektim. Ayaklarım o kadar ağrımış ki, kalkamadım. Gece boyunca uyudum. Sabah erkenden kalkıp küveti doldurup bir saat keyif yaptım. Bavulumu hazırlayıp Altstad taraflarına hediyelik bir şeyler bakmaya gittim. 

Pazartesi olduğu için açık çok mekan yoktu. Bir tane hediyelik dükkanından dünya paraya anahtarlık ve hediyelik alıp otele cok yakın olan Düsseldorf HBF ZOB (merkez tren istasyonuna yakın) doğru yol aldım. İlk başta otobüsümü Flexibus sanıyordum. Sonra fark ettim ki DB IC Bus'miş. 

Şimdi çift katlı otobüsün üst katında ve en önde, inanılmaz düzenli şehirlerden geçerek Brüksel'e doğru gidiyorum.


| BRÜKSEL'DE BEKLENTİMİN ÜSTÜNDE BİR TECRÜBE




Brüksel'de hostelim olan Brxxl 5 City Center Hostel'e giriş yaptıktan sonra etrafı keşfe çıktım. Gece karanlığını Brüksel üstüne örtmüş fakat ışıklar bu karanlığı delen bıçak misali etrafı aydınlatmakta, insanların christmas heyecanını göstermekteydi.

Hostele döndüğümde kafamda gece yine christmas market'a gitmek vardı fakat o kadar uykum vardı ki, kalkıp da bi yerlere gidemedim.

Saat 10 gibi uyuduğum için de sabah erkenden ayaktaydım. Hazırlanıp Grand Place'i gündüz gözüyle görebilmek için Annessens yolundan Grand Place'e vardım. Burada ilginç bir yapı vardı, kapısı simetrik ortalanmamış bir bina. Orada biraz foto çektikten sonra Atomium'a gitmek üzere metroya bindim.

Atomium, atom şeklinde yapılmış, çok yönlü bir bina ve Brüksel'in simgelerinden birisiydi.




Metro hatları gayet güzel planlanmıştı. Gezip görülmesi gereken her yere metro hatları veya bağlantı ulaşım araçları kurgulanmıştı. Hiç sorun yaşamadım ulaşım adına.

Günlük bileti 7.5 euroya aldığım içn bugün her yere metro ile gittim. Atomium ve Mini Europe'un içine girmeden uzaktan inceledikten (bence o kadar paraya değecek bir şey yoktu içeride çünkü giriş ücreti 20 € falandı)sonra Schuma'daki European Commission'a uğradım. Tabi ki randevum olmadığı için beni içeri almadılar ama Avrupa Birliği Projeleriyle ilgili bağlantılı dokümanların görüldüğü bir yere yönlendirildim. Oradan gelecekte işime yarayacak dokümanları da alıp Ilorian'ın önerdiği patetes kızartmasını (Maison Antonie) en iyi yapan yere gittim. Gerçekten de hakkını verdiler. Büyük bir külah patatesi soluksuz yedim.




Oradan, ara sokaktan Leonidas çikolatalarını aldıktan sonra hostele dönüp ağırlıklarımdan kurtuldum ve Central Station'dan Brugge'e 14 €'ya aldığım tren biletiyle  yola koyuldum.

Brugge'e gitmekle ilgili hiç plan yapmamıştım fakat Brüksel'de gezip görülecek yerleri tükettiğim için gitmenin mantıklı olduğunu düşündüm. 

Brugge'e vardığımda, tren istasyonundan çıkarken sağ taraftaki info deskten bir harita aldım ve rast gele yürümeye başladım. 

Markt dedikleri meydana kadar ara sokaklarda ilerledim. İlerlerken ise tarihi binaların ihtişamı, hayatın yavaş akışını ve yerli halktan fazla turistin olduğunu düşünüyordum.

Evlerin tarihi olması, sokakların tarih kokması ve ara sokaklarda, nehir kıyısında insanların az olması beni çok mutlu etti.

 Fransızca, Almanca, İspanyolca konuşabilen bir sokak wafflecısından (ki bu nokta önemli, adam tosbağa otobüsünü iş yeri haline dönüştürmüş ve işini büyük bir keyifle yaparak bir sürü wafflecının olmasına rağmen önünde sıra oluşmasını sağlamıştı) waffle aldım ve  kendimi çikolatanın tadına bıraktım.




Dönerken bir bara girdim ve jupider'i kendilerine 'asıl brugge'lü' diyen ve turist akımından memnun olmayan insanlarla yudumladım.

Sonra da bilmediğim yollardan istasyona kadar yürüyüp dönüş yoluna geçtim. Ara sokaklar Brugge merkezinden çok daha güzel ve 'gerçek' Brugge'ü yansıtıyor. Bir süre ana cadde üzerinde yürümek durumunda kaldım ve o kadar turistin olduğu, insan seli şeklinde yürüyen bu topluluğun iç huzurumu bozduğunu gördüm.

Belçikadaki maceram burada son buldu. 

Meinfernbus - Fleksibus ile amsterdama doğru hareket ettim. Belçika hakkında düşüncelerim özetle şu şekilde; 
Öncelikle Düsseldorftan geldiğimde kendimi 'başkentte' bulduğumu hissettim. Büyük binalar, çarpık yerleşim, insanların mesafeli duruşuydu bu olguyu hissetmemi sağlayan. 
Otelim gayet iyiydi. Güney Koreden 3 kişi, Brezilyadan bir kişi ve Singapurdan 2  kişi ile tanıştım. Hemen hemen hepsi Londra vb. ülkelerde okumaya gelmişler. Hazır gelmişken de Avrupa turuna çıkmışlardı.

Bruksel'in de Avrupadaki birçok şehir gibi gibi iki yönü var. Tarihin buram buram koktuğu, turistlerin akın akın ziyaret ettiği yerler ve şehrin insanlarının yaşadığı, daha az şatafatlı yaşamların olduğu arka sokaklar. 

Genel olarak aldığım notlara sadık kalarak yapmak istediğim her şeyi yaptım. Harika midye yedim, patates kızartmasının tadına vardım. Enfes biralarıyla sakinleştim, çikolata ve waffle ile doruklara ulaştım. 

Tarihi yapı olarak Grand Place'de izlemeye doyulmayacak manzaralar bulabildim ama onun haricinde benim için çarpık kentleşmenin dibine vurdukları bir şehirden başka bir şey değildi .

Bir kaç saatlik  Brugge bile tarihi dokuya doymama yetti. Oraya Melis ile gitmeyi tercih ederdim. Göl kıyısında, yoğun olmayan, şehrin gürültüsünden uzak mekanlarda romantizmin dibine vurmak isterdim. 

Brükselde çok dikkatİmi çeken şeyler;
- Her yerde ağır silahlarla dolaşan askerler
- Çikolata kokusu
- Kadınların topuklu giyme takıntısı ve tıngır mıngır yürümeleri
- Çok farklı ırktan cok farklı insaların olması
- Christmas marketlerinin bir boka benzemediği :)
- İşiyen çocuk heykeleninin magnetlerde bile daha büyük olması
- Hostel sistemini çok iyi sistematize etmiş olmaları
- Her çeşit yemeğin bulunabileceği

| AMSTERDAM AMSTERDAM 




2 buçuk saatlik rahat bir yolculukla saat 15.20 civarı Amsterdam'daki Schiphol-Zuidoost İstasyonuna ulaştım. 

Kalacağım otel bulunduğum noktaya çok ters bir yerdeydi. Yürümeye kalksam uzun süreceği için Metro ile otele geçtim (M50 Gein treni 1 saatlik bilet 2.90 € )

A&O Amsterdam Zuidoost Hostel aslında benim Türkiye'de uygulamayı istediğim sistemle çok benzerdi. Otel ile hostel bir arada, kullanım alanları ortak. 

Check-in aşamasında resepsiyondaki kişilerin sert ve doğrudan neden geldiniz der gibi tavrı otelden soğumama neden oldu. Oda arkadaşım Nijeryalı bir abiydi. Sürekli bbc gibi kanalları ve siyahilerle ilgili canlı yayınları izliyordu. Konuştuğumuzda tedirginliğini kelimeleri seçişinden anlayabiliyordum. Çok üstüne gitmedim. 

Bavulumu bıraktıktan sonra merkeze yürümeye karar verdim. Ajax stadına kadar yürüdüğümde ne kadar çok zaman harcadığımı görüp metroya yöneldim. 2 günlük bilet alarak merkeze Central Station'a ulaşabildim. Daha önceden plan yapmadığım için ara sokaklarda dolanmaya başladım. 

Ana cadde üzerinde bir sürü insan(genellikle turistler) yeni yıl ve noel hediyelerini almak için buradaydı. Ara sokaklara gittiğimde yanımdan hızla geçen bisikletliler haricinde bir sey yoktu.

Ne kadar dolandığımı, nerelere kadar ulaştığımı hatırlamıyorumAna özgürlük heykelinden başladım, Prime Club'ın oralara kadar ulaştım. Sonra ters istikamette ara sokaklarda dolandım. Sürekli kanalın beni takip etmesi, evlerin kanal boyunca ve bütün tarihiliğiyle uzanmasından etkilenmişti. (belli bir süre yürüdüğümde kendini tekrar eden yapıdaydı)




İlk gece FEBO'yu keşfettim. Patates kızartması ve dışı pane harcıyla kaplanmış  çok lezzetli kraketleri satan bir restoranttı. Amsterdam'a yolu düşenlerin mutlaka FEBO'dan bir şeyler almasını tavsiye ederim. Alışkanlık yapıyor ve gözünüz artık FEBO arıyor.

Otele dönüşte de Vallen, yani nam-ı diğer Red Light District  üzerinden metroya yürüdüm. Saat yeterince geç olmadığı için çok fazla açık pencere yoktu ama tek tük de olsa birçok kadın kendi şov alanında gelip geçene bakıyor, bazılarını da davet ediyordu. Ayrıca sokak boyunca birçok sex shop ve striptiz clup tarzı yerler vardı. Seks tiyatrosu da bir kaç yerde gösterim yapıyordu. 

Çok yorulduğum için hostele dönecektim. Gitmeden önce mushroom alayım öyle gideyim, denemiş olurum diye düşündüm. Ama param boşa gitti resmen. İlk aşamada en düşük seviyede mantar dene diyen görevliye küfür ediyorum :)

Uzun bir duş aldıktan sonra bebek gibi uyumuşum. Bir sonraki gün planım Giethoorn'a gitmekti. Şu an bir başarısızlığın hikayesini anlatacağım.

Not: 7 euroluk kahvaltıyı bedavaya getirdim. Görevli yokken çaktırmadan girdim :)

Sabah erkenden kalkıp araştırmamı yaptım. Duiventecht'e gidecek oradan aktarmayla devam edecektim.  Yola çıktım, aktarmanın olduğu yere vardım ve treni öğrendim. Son 10 dk kala bir teyzeye bilet olayını sormak geldi aklıma. Benim Amsterdam içi ulaşım için kartım vardı ama bu farklı bir tren hattı olduğu için benim yeni bilet almam gerekiyormuş. Almaya çalışırken fiyatın 22 € olduğunu öğrendim. Bileti almayı başarabilseydim giderdim büyük olasılık ama bileti alamadım. Maalesef gidemedim. 

Bu başarısızlıktan sonra yönümü central station'a çevirdim. Oradan da Van gogh müzesine giderim diye planladım. Merkezden yürüye yürüye ve tadını çıkartarak Heineken Experiences önüne kadar geldim. Oranın adını daha önce duyduğum için, ne var diye şöyle bir sorayım dedim. Merkeze bedava kanal turu olduğunu öğrendiğimde, hemen bilet aldım. 




Heineken experiences, Heineken biralarının nasıl yapıldığını eğlenceli biçimde anlatan koca bir binadan ibaretti. Önce tarihinden, aldığı ödüllerden, sonra ise yapılışı ve deneyimleme ile öğretme olarak ilerleyen sistemleri var. Verdiğim paraya sonuna kadar değdiğini düşündüğüm bir tecrübe oldu.

Bot ile kanal turu yapıp merkeze, oradan da çok yorulduğum için hostele geçtim. Bir saat uyuyup tekrar merkeze gittim ve Red Light ın oralarda gezmeye başladım. Benim için oranın gizemi farklıydı. İnsanların bakış açısı ve oradaki insanların davranış biçimlerini anlamak önemliydi. Oradaki insanları, kadınları ve ortamı bir süre izledikten sonra canım ne tiyatroya girmeyi, ne de peeb show izlemeyi istedi. Hafiften yağmur yağıyordu ve biraz ara sokaklarda, sessizlikte gezip, Amsterdam'ın merkezine uzak ve ters kalan yerde, kimsenin olmadığı alanlarda kafa dinleyip hostele dondüm. 

O akşam çeşitli nedenlerden dolayı moralim çok bozuktu. Ne film izleyebildim ne de başka bir şey yapabildim. Sadece duş alıp yattım. 

Sabah erkenden kalkıp bavulu hazırladım. Bir önceki gün bedavaya getirdiğim kahvaltıyı bu kez 7 euro vererek yemek zorunda kaldım. Görevli koymuşlar oraya (vay uyanıklar :))

Check-out yapıp bavulu hostele bıraktıktan sonra gidilebilecek tek yer olan merkeze tekrar gittim. Bu kez van gogh müzesine gitmek üzere yollandığımda I AMsterdam yazısının müzenin hemen orada olduğunu fark ettim. Cok mutlu olup fotoğraf çektim/çekindim. 

Van gogh müzesinin önündeki sıradan ve giriş ücretinin çok olmasından dolayı içeri girmedim. Oradan artık yavaş yavaş Amsterdam olayını kapatmak için Albert Heijn marketine gittim ve şarap ile peynir aldım.

İki günlük metro biletim bitmeden hostele gidip bavulu aldım ve geri merkeze geldim. Yağmur altında, bavulla bir süre dolaştıktan sonra yürümenin kötü bir fikir olduğunun farkına varıp bir çin lokantasında ördek siparişi verdim. Ördeğin yanında ekmek verip vermeyeceklerini sordum. 'We are Chinese. We have only rice! ' dediler. Bizde sadece pirinç bulunur!. Çok rena ezildim.ahahaha :)




Ördeğin tadı kırmızı et ile tavuk arası bir şeydi. Çok baharatı bastıkları için güzel kokuyor fakat biraz tuzlu tadıyordu. Hepsini yemeği başardım ama tavuk yerken aldığım keyfin 3'de biri yoktu. 

Biraz daha oturduktan sonra havaalanına gidip uçağı bekleme zamanım gelmişti. 

Artık Amsterdam'a veda edilebilirdi. 

Bir Yıl Sonu Macerasının daha sonuna geldim.

Hayatımda birçok şeyi ilk kez yapmış oldum. İlk kez bu şehirlere geldim, ilk kez mantar yedim, ilk kez ördek yedim... Farklı insanlarla farklı konular konuşma şansım oldu. İlk defa nijeryalı birisi ile tanıştım.

Bunun yanında birçok öğretisi oldu bana. Amsterdama gelene kadar kendimi bu kadar yalnız hissetmemiştim ama Amsterdam sokaklarını gezerken kendimi çok yalnız hissettim. Bunun nedeni moralimi bozan olayların olması da olabilirdi. Ne kadar uzağa gidersem gideyim, kendimden kaçamadığımı gördüm.

Hiçbir şeyin kontrolü bende değil. Benim bile... Hayatımdaki engeller ve benim kendime koyduğum engeller beni umarsızca aşağı çekiyor. Dengesiz moral yapım ve duygu değişimlerim hem benim hem de etrafımdakilerin çelişkide kalmasına neden oluyor. Bazen bazı şeyler beni çok mutlu ederken, bazen çoğu şey bana tat vermiyor. Kendimi önemsenmeyen bir insan olarak görmenin dayanılmaz ağırlığında kendime daha fazla işkence çektiriyorum!

Aslında ben kendi şovumda yaşıyorum. İzleyiciler çekildiğinde, perde arkasında aslında o kadar da mutlu olmadığımı fark ediyorum!

Heyecan dolu bir Almanya-Belçika-Hollanda macereasının mutlu bitmediği bir...

...Son!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder